Flory o akşam yemekten sonra kulübe gidene kadar Elizabeth'i görmedi. Yapması beklenebilecek şeyi yapmadı, onu arayıp bir açıklama yapmasını istemedi. Aynaya baktığında yüzü cesaretini kırmıştı. Bir yanında doğum lekesi, öteki yanında sıyrıkla öyle çirkin ve acıklı bir görünüşü vardı ki gün ışığında kendini göstermeye cesaret edemiyordu. Kulüp salonuna girdiğinde eliyle doğum lekesini kapadı - alnındaki bir sivrisinek ısırığını kaşıma bahanesiyle. Böyle bir anda doğum lekesini kapatmamak onun sinirlerinin kaldırabileceğinden daha fazlasını gerektiriyordu. Ama Elizabeth orada değildi zaten.
Bunun yerine beklenmedik bir tartışmanın ortasına düştü. Ellis ve Westfield cangıldan yeni gelmiş, ekşi bir havayla içki içiyorlardı. Rangoon'dan Burmalı Vatansever'in editörünün Mr. Macgregor'a yaptığı karalamalar yüzünde yalnızca dört ay hapis cezası aldığı haberi gelmişti. Ellis bu kadar hafif bir ceza verildiği için öfkeden köpürüyordu. Flory içeri girer girmez Ellis 'şu küçük, kara Çokyalaka' ile ilgili sözlerle onu iğnelemeye başladı. O anda tartışmanın düşüncesi bile Flory'yi esnetiyordu, ama dikkatsiz yanıtlar vermesi bir tartışma başlattı yine de. Tartışma kızıştı, Ellis, Flory'ye karaların sevgilisi deyince Flory de aynı türden bir yanıt verdi, bunun üzerine Westfield'in de sabrı taştı. İyi huylu bir adamdı ama Flory'nin Bolşevik düşüncelerinden zaman zaman rahatsız oluyordu. Her şey konusunda bir doğru, bir de yanlış görüş varken niçin Flory'nin her zaman yanlış olanı seçmekten hoşlandığını bir türlü anlayamıyordu. Flory'ye 'lanet olası bir Hyde Park kışkırtıcısı gibi konuşmaya başlamamasını' söyledikten sonra kısa bir vaaz verdi. Konusu pukka sahip'in beş temel erdemiydi.
Prestijimizi korumak
Sıkı bir yumruk (kadife eldivensizinden)
Biz beyazlar birlik olmalıyız
Onlara elini verirsen kolunu kaptırırsın, ve
Esprit de Corps
Bütün bunlar sırasında Elizabeth'i görme endişesi Flory'nin yüreğini öylesine kemiriyordu ki ona söylenenleri neredeyse duymuyordu. Üstelik bütün bunları o kadar çok, ama o kadar çok duymuştu ki - Rangoon'daki ilk haftasında karşılaştığı burma sahip (cin düşkünü yaşlı bir İskoç'tu, yarış midillileri yetiştirmekte çok ustaydı, bir süre sonra aynı atı iki farklı adla yarışa soktuğu için uyarı almıştı) bir yerli cenazesi geçerken topi şapkasını çıkardığını görünce onu azarlayarak "Unutma evlat, her zaman şunu hatırla, biz sahiplog'uz, onlarsa pislik," dediğinden beri belki yüz kere, belki bin kere. Böyle saçmalıkları dinlemek onun artık midesini bulandırıyordu. Bu yüzden söver gibi bir şekilde konuşarak Westfield'in sözünü kesti:
"Of, kapat çeneni! Bu konudan bıktım artık. Veraswami çok iyi bir adam - tanıdığım kimi beyaz adamlardan çok çok daha iyi üstelik. Zaten bir dahaki genel toplantıda onun kulübe üye alınmasını önereceğim. Belki şu lanet yerin seviyesini yükseltir biraz."
Bu sözler üzerine tartışma ciddileşebilirdi, ama kulüpteki bütün tartışmalar gibi içeride seslerin yükseldiğini duyan kâhyanın kapıda belirmesiyle kesildi.
"Efendim beni mi çağırdı?"
"Hayır, cehennemin dibine git!" dedi Ellis aksi aksi.
Kâhya yerine döndü, ama bu şimdilik tartışmanın sonu olmuştu. O anda dışarıda ayak sesleri ve konuşmalar duyuldu; Lackersteen'ler kulübe gelmişlerdi.
Salona girdiklerinde Flory, Elizabeth'in yüzüne bakacak cesareti bile bulamadı; ama üçünün de her zamankine göre çok daha şık giyinmiş olduklarını fark etmişti. Mr. Lackersteen bir akşam ceketi giymişti -mevsim nedeniyle beyaz bir ceket-ve son derece ayıktı. Beyaz gömleği ve pike yeleği sanki yalnızca bedenini değil, ahlak duygusunu da dik tutan bir korse olmuştu. Üzerindeki kırmızı elbise Mrs. Lackersteen'i çok şık ve ince, uzun gösteriyordu. Önemli bir konuğu bekliyormuş gibi bir izlenim veriyorlardı, ama bu izlenimin neden kaynaklandığını anlatmak güçtü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burma Günleri
Ficción General"Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Ya...