BÖLÜM 3

12 2 1
                                    

Flory kulüp kapısından çıkınca sola dönüp peepul ağaçlarının gölgesindeki pazar yoluna çıktı. Yüz yarda ilerde müzikli bir hareketlilik vardı. Yeşil hakiler giymiş uzun boylu Hintlilerden oluşan bir askeri polis mangası, tulum çalarak önlerinden giden gurkha'lı bir çocuğun peşinden uygun adım yürüyordu. Flory, Dr. Veraswami'yi görmeye gidiyordu. Doktor'un evi kulübe bitişik, büyük ve bakımsız bir bahçenin ortasında, sütunlar üzerine yerleştirilmiş, gazyağlı tahtadan, uzun bir bungalovdu. Evin arkasından yol geçiyordu. Burası yol ile nehir arasındaki hastaneye bakıyordu.

Flory bahçeye girerken ürkmüş kadın çığlıkları duyuldu ve eve doğru bir koşuşturma oldu. Belli ki Doktor'un karısıyla karşılaşmaktan kıl payı kurtulmuştu. Dolaşıp evin ön kapısının önüne geldi ve verandaya doğru seslendi.

"Doktor! Meşgul müsün? Yukarı gelebilir miyim?"

Evin içinden, kutusundan fırlayan bir hokkabaz gibi, ufak tefek, siyahlı beyazlı bir figür fırladı. Doktor hızlı adımlarla veranda parmaklığına yürürken coşkuyla sesleniyordu:

"Gelebilir misiniz de ne demek? Gelin elbette, hemen gelin! Ah, Mr. Flory, sizi gördüğüme çok sevindim! Çıkın yukarı, çıkın. Ne içmek istersiniz? Viskim var, biram var, vermutum var, öteki Avrupa içkilerinden de var. Ah, sevgili dostum, biraz kültürlü bir konuşmayı nasıl da özledim."

Doktor kabarık kıvırcık saçlı, saf bakışlı yuvarlak gözlü, küçük, esmer, tombul bir adamdı. Çelik çerçeveli bir gözlüğü vardı ve üzerine pek oturmayan beyaz bir talim giysisi giymişti. Torba gibi olmuş pantolonu hantal siyah botlarını örtüyordu. Hevesli ve coşkulu bir sesle konuşuyor, s harflerini hafifçe tıslayarak söylüyordu. Flory merdivenlerden çıkarken Doktor bu kez de verandanın arka ucunda belirdi. Uzun, ince bir buz kutusundan çeşit çeşit şişeler çıkarmakla uğraşıyordu. Veranda geniş ve karanlıktı, üzerlerine eğreltiotu sepetleri asılı alçak dallar burayı bir şelalenin arkasında kalmış ve üzerine güneş ışığı düşmüş bir mağaraya benzetiyordu. Hapishane işi uzun bambu kanepeler ve bir uçta çoğunluğu Emerson-Carlyle-Stevenson tarzı makaleler içeren kitaplarla dolu pek de iştah kabartmayan küçük bir kitaplık vardı. Okumayı çok seven Doktor kitaplarının 'ahlaksal anlam' dediği şeye sahip olmasından hoşlanıyordu.

"Ee, Doktor," dedi Flory - bu sırada Doktor onu uzun kanepelerden birine oturtmuş, uzanabilsin diye ayak desteğini ileri çekmiş, bira ve sigarayı ulaşabileceği bir yere yerleştirmişti. "Evet Doktor, işler nasıl gidiyor? İngiliz İmparatorluğu'ndan ne haber? Her zamanki gibi hasta ve felçli mi?"

"Yaa, Mr. Flory, çok kötü durumda! Giderek ağırlaşıyor durumu. Kansızlık, karın zarı iltihabı ve sinir felci. Korkarım uzmanlara başvurmak zorunda kalacağız. Yaa!"

Kendi aralarında bir şakaydı bu. İngiliz İmparatorluğu'ndan Doktor'un yaşlı bir kadın hastasıymış gibi söz ediyorlardı. Doktor iki yıldır bu şakayı büyük bir zevkle,

hiç bıkmadan sürdürüyordu.

"Ah, Doktor," dedi Flory kanepede uzandığı yerden, "şu berbat kulüpten sonra burada olmak ne güzel şey. Senin evine geldiğim zaman kasabalıların ellerinden kurtulup da yanında bir fıstıkla evine dönen reformcu rahip gibi hissediyorum kendimi. Onlardan biraz uzak kalmak ne güzel şey," -topuğuyla kulüp yönünü gösteriyordu- "benim sevgili İmparatorluk kurucularım. İngiliz prestiji, beyaz adamın sorumluluğu, pukka sahip sam peur e sans reproche (korkusuz ve alınmaksızın), anlarsın işte. Bu pislik çukurundan bir süreliğine uzaklaşmak öyle bir rahatlık ki."

"Dostum, dostum, haydi, lütfen! Bu çok kötü bir şey. Onurlu İngiliz centilmenleri için böyle şeyler söylememelisiniz!"

"Sen bu onurlu centilmenlerin gevezeliklerini dinlemek zorunda olmadığın için anlamazsın Doktor. Bu sabah elimden geldiğince dayanmaya çalıştım. Ellis ve onun 'pis karaları', Westfield'in şakaları, Macgregor'un Latin etiketleri ve 'lütfen taşıyana on beş kırbaç vurur musunuz'ları. Ama şu yaşlı havildar öyküsüne geldiklerinde -bilirsin, eğer İngilizler Hindistan'ı bırakırlarsa geride ne bir rupi ne de bir bakire kalmayacak diyen sevgili dostumuz havildar- anlıyorsun; işte böyle, daha fazla dayanamadım. Şu yaşlı havildar'ın artık emekliye ayrılma zamanı geldi. Seksen yedideki jübileden beri aynı şeyi söyleyip duruyor."

Burma GünleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin