Flory hastane kapısından içeri girerken yanından paçavralar içinde dört temizlikçi geçti. Çuvallara sarılı ölü bir kuli'yi cangılda otuz santim derinliğinde bir mezara taşıyorlardı. Flory hastane yapıları arasındaki avlunun tuğla gibi sertleşmiş toprağını geçti. Geniş verandalar boyunca çarşafsız kerevetlerin üzerinde yatan sıra sıra sessiz ve hareketsiz gri yüzlü adamlar vardı. Kesilmiş kol ve bacaklarla beslendikleri söylenen pis görünüşlü birkaç sokak köpeği yapıların arasında uyukluyor ya da sinek kovalıyorlardı. Her yana pis ve döküntü bir hava sinmişti. Dr. Veraswami burayı temiz tutmak için çok çaba gösteriyordu ama bu tozlu ve susuz yerde temizlikçilerin ve yarı eğitimli asistan operatörlerin tembellikleriyle başa çıkması olanaksızdı.
Flory'ye Doktor'un ayakta tedavi gören hastalar bölümünde olduğu söylenmişti. Burası yalnızca bir masa, iki sandalye ve aksi suratlı bir Kraliçe Victoria tablosuyla döşenmiş alçı duvarlı bir odaydı. Solgun paçavralarının altında çarpık çurpuk kaslarıyla Burmalı köylüler odaya doluyor, masanın önünde sıraya giriyorlardı. Doktor kollarını sıvamış, terden su içinde kalmıştı. Bir sevinç çığlığı atarak yerinden fırladı ve her zamanki telaşlı aceleciliğiyle Flory'yi boş sandalyeye oturtup masanın çekmecesinden çıkardığı sigara tabakasını eline tutuşturdu.
"Ne hoş bir ziyaret bu Mr. Flory! Lütfen rahatınıza bakın - yani böyle bir yerde insan nasıl rahat edebilirse, ha ha! Sonra evime gidip bira ve mezelerimizin başında sohbet ederiz. Lütfen bekleyenlerin işlerini bitirmem için bana birazcık izin verin."
Flory oturur oturmaz her yerinden sıcak ter boşandı, gömleği sırılsıklam oldu. Odanın sıcağı boğucuydu. Köylülerin bütün gözeneklerinden sarımsak kokusu fışkırıyordu. Her hasta masanın yanına geldiğinde Doktor sandalyesinde doğruluyor, gelenin sırtını yokluyor, siyah kulağını onun göğsüne dayıyor, çok kötü bir Burmaca'yla hızlı hızlı bir yığın soru soruyor, sonra da reçete yazmak için yeniden yerine çöküyordu. Hastalar reçeteleri alıp bahçenin öteki yanındaki depoya götürüyorlardı. Buradan onlara su ve çeşitli bitki boyaları dolu şişeler veriliyordu. Depo görevlisinin neredeyse tek gelir kaynağı ilaç satışlarıydı, çünkü hükümet ona yalnızca ayda yirmi beş rupi ödüyordu. Ama Doktor'un bundan hiç haberi yoktu.
Genellikle Doktor'un sabahları ayakta tedavi gören hastalara bakacak zamanı olmaz, onları asistanlardan birine bırakırdı. Asistanın tanı koyma yöntemi çok basitti. Her hastaya "Neren ağrıyor? Başın mı, sırtın mı, yoksa karnın mı?" diye sorar ve aldığı yanıta göre önceden yarı tarafa dizdiği üç reçete yığınından birinden aldığı bir reçeteyi uzatırdı. Hastalar bu yöntemi Doktor'unkine yeğliyorlardı. Doktor hiç de beyefendilere yakışmayan bir şekilde onlara cinsel hastalıklar geçirip geçirmedikleriyle ilgili gereksiz sorular sorar, zaman zaman da ameliyat etmeyi önererek iyice korkuturdu. Bu işe 'karın kesme' adını takmışlardı. Pek çoğu karnının kesilmesindense on kez ölmeyi yeğlerdi.
Son hasta da gözden kaybolunca Doktor elindeki reçete defteriyle yelpazelenerek sandalyesine yığıldı.
"Of şu sıcak! Bazı sabahlar burnuma gelen sarımsak kokusundan hiçbir zaman kurtulamayacağımı düşünüyorum! Şu köylüler - pis, cahil yabaniler bunlar! Elimizden gelenin en fazlası onları hastaneye kadar getirebilmek. Bir bıçakla yüzleşmektense kangrenden ölmeyi ya da kavun büyüklüğünde bir tümörle on yıl dolaşmayı yeğliyorlar. Sözde doktor dedikleri insanların onlara ne ilaçlar verdiğini görmelisiniz! Dolunayda toplanmış otlar, kaplan bıyıkları, suaygırı boynuzu, idrar, âdet kanı! İnsanların böyle karışımları içtiklerini düşünmek mide bulandırıcı"
"Yine de görmeye değer bir şey. Burma ilaçlarının bir derlemesini yapmalısınız Doktor. Culpeper kadar iyi bir şey olacağına eminim."
"Barbar sığırlar, barbar sığırlar," dedi Doktor beyaz gömleğini üzerine geçirmeye çalışırken. "Evime gidelim mi? Bira var, sanırım biraz da buz kalmış olmalı. Saat onda acil bir ameliyatım var, fıtık ameliyatı. O saate kadar serbestim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burma Günleri
General Fiction"Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Ya...