Adımlarımız belli bir düzene oturmuşken hâlâ onun arkasında kalmış oluşumu umursamadan ona belki de onu bıktıracak birçok soru sorsam da, hepsine en ufak rahatsızlık belirtisi göstermeden cevap vermişti.Mesela yaşının 30 olduğundan emin olmuştum. Tanıdığı bir kardeşi olmadığını öğrenmiş, ata binmekten çok keyif aldığını da laf arasında fark etmiştim. Belki de çok küçük ve önemsiz detaylara sahip olan bu gibi sorulardan aldığım cevapların her biri nedense beni fazlasıyla mutlu etmişti.
Sonunda adımları durulduğunda yanlışlıkla koluna çarpmama ufacık bir mesafe kala duraksayarak ben de delta gibi adımlarımı yerde sabitlemiş, yere dikmiş olduğum bakışlarımı önce merakla onun yüzüne çıkarsam da etrafı fark ettiğimde beni evime getirmiş olduğunu anlamıştım.
Beni evime kadar getirmişti...
Yüzümde beliren ufak tebessüme engel olamazken bana doğru hafifçe dönmesiyle kolunun tamamen bedenime yaslanmasına sebep olmuştu.
"Karanlık çökmeden evine gitmen gerekir. Ailenin endişelenmesini istemezsin değil mi, ufaklık?"
Bana karşı kullandığı hitap hafifçe kaşlarımın çatılmasına sebep olsa da, karşı çıkmadan başımı olumlu anlamda sallamıştım. Sallamıştım sallamasına da, öylesine onlarca kumaş ağırlığının arasından bana temas eden kolu bile içimde tomurcuk halinde olan çiçeklerin patlayıp açılması gibi bir hissin etrafımı kuşatmasına sebep oluyordu.
Çok garipti ama bir o kadar da güzeldi benim için.
Bu yeni hislere alışmam belki de hiç kolay olmayacaktı, yine de bunu sorun etmiyordum. Birden bire karşıma çıkan ruh eşimi reddetmem için hiçbir sebep yoktu ki?
Hatta öyle ki tenime değen koluna sarılmak istiyor, parmaklarımı parmaklarının içinden geçirip o tamamlanmışlık hissini tatmak istiyordum. Bunun önüne geçen tek şeyse utangaçlığımdı.
Bir süre öylece kalsam da tüm bu hislerin yanına farkındalıklarım da eklendiğinde evimin yakınlarında olduğumu fark ederek birkaç adım gerilemiş, ardından deltanın karşısına geçip geri geri evime doğru yürümeye devam ederken ona veda etmeye çalışmıştım.
"Görüşürüz- Görüşürüz değil mi?"
Sorduğum sorumun ardından sırtım başka bir evin bahçe çitine yaslandığında karşımdaki adam burnundan bir gülme sesi çıkararak kafasını olumlu anlamda sallamıştı.
"Görüşeceğiz."
Sadece tek bir kelimesi bile beni küçük bir çocukmuşum gibi sevindirirken arkamı döndüğüm gibi hızlı adımlarla evimin bahçesinden içeriye girmiş, avluyu geçtiğim gibi sürgülü kapıyı açıp kendimi içeriye atmıştım.
Neden kalbim bu kadar hızlı atıyordu? Ona öylece arkamı dönüp gitmek bile beni heyecanlandırmıştı. Beni arkamdan izlediğini biliyordum çünkü. Hızlıca sepetimle birlikte odama girdiğimde fark ettiğim bir detay da bedenimdeki kaşıntı hissiydi.
Sağ omzumun arka kısmında hissettiğim kaşıntı ile orayı hafifçe kaşısam da bunun kötü bir fikir olduğu hissine kapılarak sepetimden çıkardığım küçük ayna ile kuşaklarımı çözerek kıyafetimin omzunu aşağıya doğru çekiştirmiş, ardından aynayı omzumun hizasına yakın bir yerlerde tutarak kafamı çevirerek aynadan kaşınan yere bakmıştım.
Çiçekler...
Gördüğüm tıpkı mendilime işlediğim gibi olan küpe çiçekleri bana parlayarak göz kırparken, gözlerimi bir süre aynadan ayıramamıştım.
Mucize gibi geliyordu, şu son birkaç haftada yaşadıklarım o kadar büyüleyiciydi ki. Omzumun üzerindeki çiçeklere bakmak bile tamamlanmışlık hissimi iliklerime kadar işlerken parmaklarımı hafifçe çiçeklerimin üzerinde gezdirmiş, ardından tıklatılan kapımla hızlıca omzumu kapatıp aynamı sepetimin içine atmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PINK MIRACLE | TAEKOOK'
Fanfiction'°★ Herkes Omega Jungkook'a tanrının bahşettiği hediyenin pembe dumanlar olduğunu düşünürken fazlasıyla yanılıyordu. Çünkü onun asıl hediyesi Delta Kim Taehyung'dan başkası değildi. ★°'