Gözüme fazlasıyla tanıdık gelen sık ağaçların arasındaki küçük bedenim bu sefer korkmuyordu. Normalde olsa koştuğu için bedeninin her yeri çizilirken şimdi temkinli adımlarla yürüyor, bir yandan da önünden ilerleyen adamın sırtını izliyordu.
Dışarıdan bir göz gibi izlediğim bu sahneye karşılık adamın tanıdık siması beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Sanki hafızamın derinliklerini kazıdığımda bir anda en olmadık yerden çekip çıkacak gibiydi.
"Artık korkmana gerek yok. Neler olduğunu hatırlamıyor musun?"
Yavaşça küçük bedenime doğru dönen adamın şimdi sırtı bana yüzü küçüklüğüme dönük olurken dediklerine karşılık kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım. Adam konuştukça küçük bedenin üzerine doğru yürürken yarım yamalak gördüğüm küçük yüzdeki korku ifadesi gerilmeme sebep olmuş, adam çocuğun yanında bittiğinde elleriyle omuzlarına tutunup üzerine doğru eğildiğindeyse çocuk hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.
"Anneni hatırlamıyor musun Jeongguk? Anneni hatırla."
Bir türlü dilinden düşmeyen bu cümleyi tekrarladıkça çocuğun omuzlarını sarsmaya, sesini ön görülemez bir karanlıkta ve desibelde çıkartmaya başlamıştı.
Karşımdaki küçük beden tir tir titrerken ağaçlar gittikçe onların üzerine doğru çökmeye, gölün suyu tıpkı bir okyanusmuşçasına sarsılmaya başlamıştı.
"ANNENİ HATIRLA! ANNENİ HATIRLA! JEONGGUK, SENİ KÜÇÜK SIÇAN! NASIL OLUR DA ANNENİ UNUTURSUN!"
Küçük çocuğu bir hışımla yere ittiğinde sanki toprak bunu bekliyormuş gibi sıvılaşmış, çığlıklar atan çocuğu içine doğru çekerken orada öylece kalakalmıştım. Korkunç simalı adamsa bir hışımla çocuğu yakasından tutmuş, o gözden kaybolana kadar hıncını almak istercesine haykırmıştı.
"BEN ONUN YÜZÜNÜ BİR AN BİLE UNUTAMAZKEN ONU NASIL UNUTURSUN! ANNENİ HATIRLA, BANA ÖZGÜRLÜĞÜMÜ VER."
Annem... Annemle konunun alakasını bir türlü anlayamazken çoktan toprağın içinde kaybolmuş çocuktan çekilen bakışlar tam olarak üzerime doğru dönmüştü. Yüzüne yayılan kocaman sırıtma eşliğinde tamamen bana doğru döndüğünde korkuyla irkilmiştim.
Ağladığımı yeni fark ediyordum.
"İşte şimdi seni görebiliyorum küçük sıçan, beni özledin mi?"
Sanki tüm orman bana yönelmiş gibi adamın arkasında fokurdayan göl bir hışımla ayaklarıma kadar gelmiş, kaçmak adına birkaç adım gerilediğimde havalandığımı hissetmiştim.
"Jeongguk!"
Beni kaldıran kişinin bir başka tanıdık sima olduğunu fark ettiğimde dilimin bir düğüm gibi çözülmesine engel olamamıştım. Hıçkırıklarım ormanda yankılanıyorken adımı bilen bu adam bana pişmanlıkla bakıyor, bir yandan sırtımı sıvazlıyorken bir yandan da kucağına aldığı bedenimi gökyüzüne taşıyordu.
"Ondan korkma Jeongguk, rüyandayız. Bir kabusun ortasındayız. Eğer korkarsan bu onun işini kolaylaştırır."
Rüyamda olduğumu bana hatırlattığında ürpermeden edememiştim. Artık tüm bunların sadece bir rüyadan ibaret olmadığını daha iyi anlıyordum.
"S-sen kimsin?"
Sorduğum bu soru onu rahatsız etmiş gibi gözükse de omuzlarını düşürüp pes edercesine bir nefes vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PINK MIRACLE | TAEKOOK'
Fanfiction'°★ Herkes Omega Jungkook'a tanrının bahşettiği hediyenin pembe dumanlar olduğunu düşünürken fazlasıyla yanılıyordu. Çünkü onun asıl hediyesi Delta Kim Taehyung'dan başkası değildi. ★°'