İnfazın gerçekleşmesine sadece yarım saat kalmıştı.
Tüm planlarım tıkır tıkır işlerken bana ayrılan odada giyinmekle meşguldüm. Bundan sonrasında yapacağım tek şey izlemek olacaktı. Öldüklerine emin olduğumdaysa işim çoktan bitmiş olacağından umuyordum ki bugün bohçamda iki kelle ile omegama geri dönebilmek için yola çıkacaktım.
Hoseok ile çoktan konuşulması gereken her şey konuşulmuştu. Bana karşı gelmeyeceğini biliyordum, bu zamana kadar Hyerin'in pis işlerini yaparken nasıl bana gözünü dahi kırpmadıysa aynısını Minjun'a yapmak çok da zor olmasa gerekti.
Minjun, Minjun, Minjun.
Küçüklüğünden beri taht ve hırsla büyütülmüş bir çocuğun bugün neler yapabileceğine tüm Goguryeo halkı şahit olacaktı. En çok da o halkın kralı.
Keyfim omegama sandığımdan da erken döneceğimin farkındalığıyla iyice yerine gelirken odamdan ayrılmış, tüm saray koridorlarını geride bırakıp atıma binerek kent meydanına götürülmek için yola çıkmış olan Hyerin'in peşine düşmüştüm.
Küçücük parmaklıkların arasında gösterişsiz kıyafetlerle, şaşalı takılarından ve iddialı bakışlarından yoksun bir şekilde başını önüne eğmiş öylece bekliyordu. Gece boyu uyumamış, Hyerin ve Minjun'un konuşmadığından emin olmak için zindanın girişini kontrol etmiştim. Minjun'un her şeyden habersiz olması gerekliydi.
Nitekim öyle de olmuştu. Hyerin'in zindanda olduğu bilgisini kral herkesten saklamış, görevlendirdiği askerleri dillerini kesmekle tehdit etmişti. Bazen bu boş egosu işe yarayıp göz korkutabiliyordu.
Taşlık yollardan geçtiğimizden sürekli olarak sallanan Hyerin'in kafesine sonunda yetiştişmiş, acınası halini yandan izleme fırsatı bulmuştum. Tüm hayatımı, 30 yılımı bir kafesin içinde geçirmeme sebep olan kadının şimdi yaşattığını yaşaması bana inanılmaz bir zevk veriyordu.
Sonunda kokumu fark edebilmiş olmalı ki başını hızla kaldırarak bana doğru çevirmiş, öne doğru atılarak parmaklıklara tutunduğunda kafeste olmasına rağmen ellerinin de zincirlendiğini fark etmemi sağlamıştı.
Bu görüntüye ufak bir tebessüm sunarken titremeye başlayan kadına karşılık bakışlarımı daha fazla ona bakmak istemediğimden önüme çevirmeye karar vermiş, fakat bu isteğimi yerine getiremeden duyduklarım yüzünden donup kalmıştım.
"Oğlum! Kurtar beni, öldürecekler beni."
Hâlâ ne hakla... Ne hakla bana öyle seslenebilirdi?
"Biliyorum."
Ses tonumdan bile ona olan nefretim belli olurken yakınımdaki birkaç muhafız korkuyla irkilmiş, yanımdaki kadına ufak bir bakış atmışlardı. Bense öldürmemek için küçük çocuklar gibi içimden 10'a kadar saymaya başlamıştım.
Yaşanılan hiçbir şeyin oluru yoktu. Bana yaşatılan hiçbir şey affedilemez, cezasız kalamazdı fakat hâlâ o kadının bana karşı bir umutla o şekilde seslenmesi beni yaptığım şeyleri düşünmeye itmişti. Gerçekten kendi ellerimle öldürmemekte ve ona bu cesareti vermekte iyi mi yapıyordum?
Yarım saat sonra ölecekti fakat bu artık bana yeterli gelmemeye başlamıştı. Sadece ölmesi yetmezdi. Hâlâ ona bir şey söylemem için beni pür dikkat izleyen kadına ufak bir bakış atarak gülümsemiş, ardından tek elim atımın kayışlarını tutarken diğer elimi parmaklıklardan içeriye uzatarak kadının saçlarına gelişigüzel yerleştirmiştim.
Bu onun daha da umutlanarak yerinde dikleşmesini sağlarken uzun saçlarını elime dolayıp kafasını parmaklıklara çarpmaya başlamış, kelimelerimi üzerine basa basa söylemekten kaçınmamıştım. Tek temennim bu yaptıklarımın Jeongguk'un kulağına kadar ulaşmamasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PINK MIRACLE | TAEKOOK'
Fanfiction'°★ Herkes Omega Jungkook'a tanrının bahşettiği hediyenin pembe dumanlar olduğunu düşünürken fazlasıyla yanılıyordu. Çünkü onun asıl hediyesi Delta Kim Taehyung'dan başkası değildi. ★°'