Deltayla baş başa kalmıştık. Üzerimdeki gerginlik ve suçluluk biran olsun azalmazken deltanın adımları bana doğru yönelmiş, aramızdaki mesafe neredeyse tamamen kapanacakken gözyaşlarımı ellerimin tersi ile silip birkaç adım geriye çekilmiştim. İçten içe bu geri çekilişimin deltayı kırmamasını dilesem de yüzümü bile kaldırmaya cesaretim olmadığından buna yönelik bir şey yapamamıştım.
Ben yapamamıştım. Delta ise gerileyen adımlarıma rağmen pes etmeyerek tekrardan tam önümde bitmiş, gözlerim ayakkabılarımızda geziniyorken çenemde hissettiğim uzun parmakların baskısıyla ufak bir hıçkırık dudaklarımdan kaçarken kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım.
Göz göze geldiğimiz anda içimde hissettiğim titreme beni ürpertirken bakışlarındaki farklılığın bu denli gözle görülür olması bir yandan da hoşuma gitmişti. Dongwon'a olan bakışlarının yanında bana sanki kırılmamı hiç istemezmiş gibi bakıyor, boşta olan elinin tersini gözyaşlarımın her yenisi eklendiğinde yanaklarımda usanmadan gezdiriyordu.
"Sen neden ağlıyorsun?"
Sorusuna karşılık kafamı öne doğru eğmek istesem de tutuşu buna izin vermediğinden gözlerimi kaçırmakla yetinmiştim. Göz göze olmasak bile utanmamın önüne geçemiyordum.
"B-benim yüzümden canları yandı."
Cümlemin sonunda burnumu sesli bir şekilde çekmiştim. Her konuda deltanın karşısında başarısız olmayı başarıyordum. Tek başardığım şey buydu işte, başarısız olmak. Bu düşünceyle birlikte omuzlarım düşerken, iyiden iyiye olduğum yerde küçüldüğümü hissetmiştim. Sanki düşüncelerim üzerime yük bindiriyor gibiydi.
"Senin yüzünden değildi, o alfa kendi yaptıklarının cezasını çekti. Onu umursamamalısın, onu gerçekten tanısaydın tüm bunların neden yaşandığını anlardın."
Bunları söylerken bile çatılan kaşları ve ortaya çıkan boyun damarlarıyla korkutucu gözükse de, tüm bunlara zıt olarak ellerinin arasında olan yüzümü nazikçe seviyor oluşundan güç alarak merakla sormuştum.
"Neden ki?"
Soruma karşılık sanki nefes verircesine bir gülüş sunmuş, onu güldürebildiğim için mutlu olurken yüzümdeki ellerinden birini çekip işaret parmağıyla burnumun ucuna vurduğunda bu temasıyla ben de bir çocuk gibi sevinmiştim.
"Meraklı tavşan... Umursamamalısın dediğimi hatırlıyorum?"
Bir türlü saklayamadığım dişlerim yüzünden bana takılan bu lakap ilk defa bu denli hoşuma gittiğinden dudaklarımı birbirlerine bastırmadan edememiş, ellerimi önümde birleştirip itiraz eder gibi olmuştum.
"Ama-"
"Aması yok, ayrıca gideceğimiz yere kadar bana neler olup bittiğini tek tek anlatıyorsun anlaştık mı?"
Ufak bir kafa sallayıp onu onayladığımda memnun bir şekilde gülümsemiş, gideceğimiz yere kadar küçük bir yürüyüş sohbeti yapmıştık.
...
Yürüyüşümüz boyunca delta sürekli beni telkin etmek istercesine eğilip yüzüme bakmış, elini saçlarımda gezdirerek onları sevmiş ve ağzımdan tüm baklaları bir bir almıştı.
Yani zaten ona her şeyi anlatacaktım ama bu şekilde ağzımdan laf almaya çalışması hoşuma gittiğinden hiç çıtımı çıkarmamış, bu gerçeği ona söylemeyi reddetmiştim. Sadece saçlarımda dolanan parmakları bile ona kapılıp gitmeme sebep oluyordu.
Çok garip bir histi. Bu yakınlık tarif edilemezdi, 5 duyum da ortadan kalksa ben yine deltayı içimde bir yerler sayesinde anında tanırmışım gibi hissediyordum. Duyamasam da, göremesem de, kokusunu alamasam da, tenim onu hissedemese de kalbim hissedebilir gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PINK MIRACLE | TAEKOOK'
Fanfiction'°★ Herkes Omega Jungkook'a tanrının bahşettiği hediyenin pembe dumanlar olduğunu düşünürken fazlasıyla yanılıyordu. Çünkü onun asıl hediyesi Delta Kim Taehyung'dan başkası değildi. ★°'