41. Bölüm

34 3 0
                                    

Sultan Abdullah, kudretli Osmanlı ordusu eşliğinde yola çıkmıştı, hedefi ise Venedik üzerine düzenlenen seferdi. Manisa'nın yeşil ovalarından geçerken, hava umut doluydu. Güneş, parlıyordu ve herkes, zafer dolu bir yolculuk geçireceklerine inanıyordu. Sultan Abdullah, genç ve cesurdu; ordusu onun liderliği altında en zorlu sınavları bile aşabileceklerine inanıyordu.

Ancak, kaderin cilvesiyle, Sultan Abdullah'ın atı aniden hızıyla fırladı ve onu sert bir şekilde yere savurdu. Ordusu ise şaşkınlık ve dehşet içinde, liderlerinin düşüşünü izledi. Sultan, sekte-i kalpten, henüz genç yaşında, oracıkta hayatını kaybetti. Bu ani ölüm, ordunun moralini alt üst etti. Öyle ki herkes, şok içinde, genç ve sevgili liderlerinin kaybına anlam veremiyordu. Göz yaşları içinde, askerler, Sultan Abdullah'ın naaşını uygun bir şekilde taşıyarak geri dönme hazırlıklarına başladılar.

...

Sultan Abdullah'ın naaşı, Manisa'daki sefer alanından özel bir törenle Osmanlı Sarayı'na getirildi. Haber saraya ulaştığında, herkes şok içindeydi. Valide Medine Sultan, oğlunun vefatını duyduğunda, derin bir acı içinde paramparça oldu. Yıllarca süren çabalardan sonra tahta geçen oğlunun, daha yolun başında, genç yaşta bu şekilde hayata veda etmesi, annenin yüreğini parçaladı.

Medine Sultan, acının pençesine teslim olmuş bir şekilde odasında yalnız kaldığında, dehşet verici bir ağıt yakmaya başladı. O, derin bir sessizlik içinde, çığlıklarla dolu bir hüzün dalgasıyla sarsıldı. Gözyaşları, yanağını ıslatırken, yüreği kederle doldu. Oğlunun ani kaybı, onun için bir ömür boyu sürecek bir yaranın açılması gibiydi.

Azra ve Mahizar Hasekiler de Sultan'ın acısını paylaştılar. Haberi aldıklarında, üzüntüden ve buhrandan bayılmak üzereydiler. Sarayın koridorlarında, göz yaşlarına boğulmuş bir şekilde dolaştılar. Bu ani kayıp, onları da derinden etkilemiş, sarayın her köşesindeki hüzün dalgasına katılmışlardı.

Sarayın içindeki bu kederli atmosfer ise tüm ülkeyi sarmıştı. Sultan Abdullah'ın beklenmedik ölümü, Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbinde bir yara açmıştı. Herkes, genç Sultan'ın ardından duyulan derin acıyı paylaşıyordu. Ancak ölene çare yoktu.

...

Mihrimah ve Kamerşah Sultanlar, abileri Abdullah'ın cenazesine yıkılmış bir halde katıldılar. Gözyaşları içinde, yüreklerindeki derin acıyı sessiz çığlıklarla dışa vuruyorlardı. Sarayın koridorlarında yankılanan feryatlar, tüm saray halkını etkisi altına aldı.

Medine Sultan ise cenaze merasiminde bir yandan evladının tabutuna sarılı, diğer yandan ise ayakta zor duruyordu. Onun yüzündeki ifade, derin bir hüzün ve çaresizlikle doluydu. O, adeta dünyanın en ağır yükünü omuzlarında hissediyordu. Kederinden dolayı yemek yemeyi ve içmeyi reddediyor, sadece oğlunun kaybıyla baş başa kalmak istiyordu.

Bu sırada harem ağaları, kalfalar ve cariyeler, Valide Sultan'ın büyük acısını derinden hissediyor ve onun yanında olmak için bir araya geliyorlardı. Onların yüzlerindeki ifadeler, içlerindeki derin üzüntüyü yansıtıyordu. Her biri, Valide Sultan'ın acısını paylaşmak ve ona destek olmak için çabalıyordu. Kimi sessizce gözyaşı döküyor, kimi teselli etmeye çalışıyor, kimi ise dualarla onun yanında duruyordu. Bu acılı zamanda saray halkı, birbirine kenetlenerek Valide Sultan'ı yalnız bırakmamak için elinden geleni yapıyordu. 

...

Sultan Abdullah'ın naaşı, hüzünlü bir atmosfer eşliğinde bir cuma günü öğle namazının ardından Ayasofya Türbesi'ne defnedildi. Sarayda hala feryatlar ve figanlar yükselirken, Şeyhülislam Efendi, Valide Sultan'a bir mektup göndererek tahta kimin çıkacağını sordu.

Mektupta, tıpkı saraydaki diğer insanlar gibi Şeyhülislam da derin bir hüzne kapılmıştı. Sultan'ın ani vefatı, herkesi şaşkına çevirmiş ve üzmüştü. Ancak devletin işlerinin aksamaması için yeni bir padişahın belirlenmesi gerekiyordu.

Valide Sultan, bu mektubu alır almaz büyük bir kararsızlık içine düştü. Oğlunun naaşının henüz toprağa verilmesinin acısıyla başa çıkmak zorundaydı, ancak aynı zamanda devletin geleceği için önemli bir karar vermesi gerekiyordu. Bu zorlu süreçte Valide Sultan, danışmanlarıyla bir araya gelerek, Osmanlı İmparatorluğu'nun istikrarını ve devamını sağlayacak en doğru kararı vermeye çalışacaktı. Tüm yük Medine'nin omuzlarına bırakılmıştı.

MEDİNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin