Bölüm 4

506 50 6
                                    

(yıl-1994)

17 yaşında hamile kalmak, sevdiğin adamın bebeğini taşımak ama o adamın hiç bir şeyden haberinin olmaması...

Elysium Greene hayatı boyunca yaptığı tüm saçma ve çılgınca şeyleri düşündü. Galiba bu en aptalca olanıydı. Bir bebek. Onun bebeği ve anne olmak. Elysium ve anne olmak. Hayallerini düşündü. Planlarını. İngiliz edebiyatı okumaya gidecekti Londra'ya, hem okuyup hem çalışacaktı. Mastır ve hatta ikinci bir bölüm daha okumak istiyordu. Psikoloji... Sahi ya sonsuza kadar okuyabilirdi o! Asla doymayacak bir bilgi açlığı vardı. Ama şimdi bekaretini kaybetmiş, ilk sekste hamile kalmış -kendi değimi ile ifade edersek- bir geri zekalı ergendi.

Katolik-süper-dindar ailesi çok sevdikleri kızlarının hamile olduğunu anlasa ne yaparlardı acaba? Annesi evlilik öncesi bekaretini kaybetmemesi için daha 12 yaşında onunla bir konuşma yapmıştı. Kendisini kocasına sunmalıydı. Düşünmek istemiyordu. Kendisi hiç bir zaman dindar biri olamamıştı. İnsanların iyilik yapması gerektiğini düşünürdü. Ve vicdanın insanın tek pusulası olduğuna inanırdı. Nitekim her bir dine ve insanların düşüncesine saygı duyardı. Ama eğer Tanrı vardıysa emindi ki, O'nun istediği tek şey insanların vicdanlı ve mutlu olmasıydı. Tabii ki bunları annesine anlatamamıştı.

Şimdi tek bir şey düşünüyordu. 2 hafta daha geçmişti ve 2 kilo almıştı. Bebek 7 haftalıktı. Hala karnında bir bebek olduğuna inanamıyordu. Jo'nun da dediği gibi daha onlar çocuktular. Bebekler hakkında tek bir bilgi sahibi dahi değildi ama üstesinden geleceğini biliyordu. Hep yapardı. Yapmıştı. Kaç kere hayal kırıklığına uğramış ve baştan başlamıştı hayal kurmaya. Duruma uygun olarak hep hayal kurardı. Umutsuz bir hayalperest değildi, ama hiç bir zaman tam anlamı ile kötümser de olmamıştı. En iyisini düşlerdi hep, ama kendini en kötüsüne de hazırlardı.

Bu defa daha ciddiydi durum, ama yapardı. Yapabileceğine inanmak istiyordu. Tam bunları düşünürken bir şeyi fark etti. Yeni kurduğu hayaller arasında Alarick yoktu. Oysa olması gerekirdi. Bir baba olarak bebeğinden haberdar olması, sevdiği adam olarak hayallerinde yer alması gerekirdi. Onu oyuna dahil etme zamanı gelmişti. 7 haftadır araları buz gibiydi ve Rick barlardan çıkmaz olmuştu. Bunu düşünmek canını yakıyordu. Onu başka kadınlarla görmek. Belki de bu onun savunma mekanizmasıydı kendince.

Aslında Elysium Greene hiç bir zaman böyle biri olmamıştı. Yani sevdiklerini paylaşmazdı asla. Gururlu, inatçı biriydi. Onu neyin değiştirdiğini bilmiyordu. Aslında 7 haftadır kim olduğunu artık sorgulayamıyordu. Gurur ve inatçılığı yok olmuştu. Galiba bir erkek daha bir kadını yerle bir etmişti. Sadece Elysium bunun farkında değildi. Ne hale geldiğinin, ne kadar değiştiğinin... Umuyoruz ki, bunu fark ettiğinde çok geç olmaz ve kendinden nefret etmezdi.

Onu nerede bulacağından emindi. Gidip şimdi konuşacak ve 2 hafta sonra gidecek olması işi zorlaştırsa da bi yolunu bulacaktı. Belki de üniversiteyi bir yıl kadar dondurur doğum yapardı, hatta Rick de Londrada bir üniversiteye başvurur birlikte gider bebeklerini birlikte büyütürlerdi. Bu düşünce ile gülümsedi.

Nick gerçekten söz veriği gibi onun yanında olmuş ve sırrını saklamıştı. Ona o kadar minnettardı ki. Başı her sıkıştığında, sıkışmadığı zamanlarda bile yanındaydı. Ve hep yanında olacağını biliyordu Els. Ama bilmediği bir şey vardı. Ya Els onu yanında istemezse ne olurdu? Tek onu değil, bütün herkesi uzaklaştırsa?

Barın çıkışına gitti. Kapıdaki adama Rick'i sordu ve biraz önce ayrıldığını eve gittiğini söyledi. Belki de eve varmadan yakalaya bilirdi. Saat 11i 10 dakika geçiyordu. Ailesi Jo ile birlikte olduğunu sanıyordu. Adımlarını hızlandırdı ve gerçekten de eve girmeden ona ulaştı. Ama yanlız değildi. Yanında mini etekli aşırı makyajlı sarışın bir kız vardı. O gün kafe de gördüğü kız değildi. Emindi. Yanında demek az kalıyordu. Sarmaş dolaştılar. Görüntüyü ısrarla gözünün önünden kovmak istedi. Boğazındaki o yumruyu düşünmemeye çalıştı. Nate ona Rick'in o gideceği için kafayı yediğini anlatmıştı. Bunu görmezden gelebilirdi evet, evet yapabilirdi. Hızla ona ulaştı.

"Merhaba. Konuşmamız lazım."

Rick kafasını çevirip onu gördüğüne gerçekten şaşırmıştı. Neredeyse 2 aydır konuşmuyorlardı. Şimdi gecenin bir yarısı burada ne işi vardı? Hem de kendisini yeni toparlamaya başladığı bir zamanda.

"Merhaba Els, şey... biraz meşgulüm. Sonra konuşsak?"

Elysium midesinin bulandığını, gözlerinin yandığını inkar edemedi daha fazla. Yanındaki kız sanki mümkünmüş gibi daha da sokuldu ona mükemmel bir gülümseme eşliğinde. Dudaklarını Rick'in boynuna sürdü. Bu öylesine saf bir hareket değildi. Bunun gayet farkındaydı, ve o an kızın elinin Rick'in pantolonunun içinde olduğunu gördü. Neden şimdi fark etmişti ki? Neden daha önceden görmemişti? Rick o kadar da mutsuz görünmüyordu. Hatta alkolden kafayı bulmuş, yanındaki kızla gerçekten halinden memnun gözüküyordu. Hem ona sonra konuşalım demişti. Neredeyse 2 aydır konuşmamışlardı. Ve şimdi gecenin bir yarısı ona geldiği halde onu geri çeviriyor, işi olduğundan bahs ediyordu. Ne ara böyle bir pisliğe dönüşmüştü? Yoksa hep böyle miydi?

O gece kendisine nasıl baktığını hatırladı. Belki de hayal görmüştü. Çünkü şimdi ona doğru dahi bakmıyordu ki. Ağzını açtı ama konuşamadı. Sesi ne kadar istese de çıkmadı. Hamile olduğunu söylemek istedi. Bekaretini aldığı geceden beri ona sarılmaya ihtiyaç duyduğunu söylemek istedi. Ona ilk gördüğü andan beri aşık olduğunu söylemek istedi. Yapamadı... Belki de bu acı ona kendinin nasıl biri olduğunu hatırlatırdı. Kendine ne yaptığını anlardı...

Yeni fark ediyordu ama yalnızdı. Birinin ona sarılıp her şeyin yoluna gireceğini söylemesine ihtiyacı vardı. Her şeyden daha çok sevdiği adama ihtiyacı vardı. Bu fark ettiği şeyler ona daha iyi hissettirmedi. Aksine acısını onlarca kez katladı. Kaç yıllık aşkı, sevdiği adam, onu sevdiğini zannettiği adam... Hızla arkasını döndü. Tek kelime dahi etmedi. Bir defa seslendi ona Rick. İsminin onun sesinden duyması midesini daha da alt üst etti ve sonra sesi kızın öpücük sesi ile kesildi. Hızlandı ve taksi çevirip evini tarif etti. Her şeyi unutmuştu. Asıl önemli olansa kim olduğunu unutmuştu bu küçük kadın. Eğilmeyen, inatçı, savaşçı ruhlu biri olduğunu unutmuştu. Bir hata yapmıştı ama sonrasında toparlanmak yerine kendini kaybetmişti. İlk defa kendini kaybetmişti, kontrolü kaybetmişti.

Bebeğin yaşamasına izin vermesi büyük bir adımdı ama, o adamın peşine düşmek, başka kızlarla iken hala görmemezlikten gelmek, bu pek de eski Elysium'un yapacağı şeyler değildi. O böyle biri değildi ki. O unutmuştu... Jo ile kalacağı yalanını da unuttu... Eve girdiğinde herkesin gözü onun üzerindeydi. Annesi bir şeylerin yanlış gittiğini anlamıştı ve hızla ayağa kalktı.

"Jo ile kalacağını söylemiştin..."

Annesi bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti ama yaklaştığında kızının ağladığını gördü. Sadece ağladığını değil canının yandığını da gördü. Görülmeyecek gibi değildi ki...sanki yüzündeki tüm kan çekilmiş gibiydi. Yüzü bembeyazdı. Rimeli akmış, yüzü berbat haldeydi. Sahi ilk defa mı ağladığını görüyordu kızının? Els ağlamazdı ki. Bu küçük kadın bunu da unutmuştu. O ağlamazdı...

"Elysium? Kızım?"

Els ne kadar çalışsa da sesi çıkmadı. Nasıl anlata bilirdi ki? Ne söyleyecekti? Becerildiğini ve hamile olduğunu mu? Babasının ve kardeşlerinin de ayağa kalktığını gördü. Herkes telaşlıydı. Onun için ilk defa telaşlanıyorlardı galiba. Hep kusursuz ve yanlışsız bir evlat olmuştu onların gözünde. Güçlü biri de aynı zamanda...

5 ay önce evlenmişti abisi. Ve yengesi de buradaydı. Silvia da çok endişeli görünüyordu. Kendini çok küçük ve değersiz hissetti. Babasının gözündeki korku yaptığı aptallığı daha da kötü hale getirdi. Gözlerinin kararmasını ve annesinin çığlığını duydu en son. Uyanacağı zaman neler olacağını hayal dahi edemezdi. Belki de etmişti... En kötü ihtimali...




Multimedya: Elysium

ElysiumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin