Müdür Rosé'nin sağladığı siyah servisler gelince yurt hızla boşalmaya başladı. Bizimkiler de dahil herkes inmişti.
Bir servis dolduğu gibi diğerine geçiyorlardı. Mekan buraya biraz uzaktaydı.
Ben de sessiz sessiz Jisung'un penceresinden bahçeyi izliyordum. Herkes çok neşeli görünüyordu.
Kapıyı kilitlemiştim, çocuklara kısa bir işim olduğunu ve önden gitmelerini söylemiştim.
Üst katta kalsaydım Hyunjin kesin fark ederdi, şimdi beni görmezdi. Bu gece şu koskoca yurtta tek başıma kalacaktım.
Yaklaşık yarım saat geçti. İşte şimdi çıt çıkmıyordu. Bekçi ajusshi bile kulübesine çekilmiş, keyfine bakıyordu.
Camdan dışarıyı izlerken gün batımıyla gökyüzünün rengi değişiyordu. Tüm içten dualarımla Hyunjin'in özgürce eğlenmesini istedim. O bunu hak ediyordu.
İleride ne olacaktı mesela?
Bir kız yerine benimle mi evlenecekti?
Bu masallarda bile yoktu...
Saçmalıktan ibaretti.Hava tamamen kararınca kendimi serbest bırakıp bir süre ağladım. Bu iyi gelmişti...
İç sesimle düşüncelere dalmışken kafama birkaç damla alçı tozu gibi bir şey döküldü. "Ne oluyor? Şimdi de heykele mi dönüşeceğim yoksa?"
Yukarıdan sesler duyunca başımı çıkaracaktım ki elini kalın bir örtüye sımsıkı sarıp aşağıya inen Prensi gördüm. "BU NE?"
Nefes nefese kalmıştı. Duvardan destek alıp iç mermere oturdu. "Ne yapıyorsun Meleğim?"
"Asıl sen ne yapıyorsun Hyunjin? Kendini öldürmek mi istiyorsun? Delirdin mi?!"
Güldü ve içeri geçip yatağıma atladı. Bununla ben de birkaç saniye aşağı yukarı minik minik sallanmıştım.
Dengede durunca ensesini az önce oturduğu mermere yaslayıp soluklandı, birazcık terlemişti.
Gözlerimin yaşlı olduğu aklıma geldiğinde hemen elimin tersiyle sildim. "Burada ne işin var? Neden gitmedin?"
"Orada ne işim var? Neden gelmedin?"
Bilmece gibi cevap verip gülüyordu. Burnum tıkalı olduğu için çok konuşmak istemiyordum, sesim utanç vericiydi.
"Tamam tamam, ciddileşiyorum. Tabii ki senin için gitmedim. Meleğim baloda yoksa benim de olmamın anlamı yok. Zaten gözüm senden başkasını görmüyor."
Son cümlesiyle Minho'nun onunla konuştuğunu anlamış oldum. Çenem titreyince gözyaşlarım tekrar döküldü.
Hyunjin burnumu çektiğimi duyduğu gibi hemen yerinden doğrulup panikle bana sarıldı. "Ya, Lee Felix... Sen ciddi misin?"
"Neden sadece balodaki güzel kızlarla eğlenmiyorsun ki? Benimle burada vaktini öldürüyorsun-"
"Kapa çeneni."
Bununla ağlamam durdu. Islak gözlerimi açmaya çalışıp karşımdaki yüze baktım. Gayet ciddi görünüyordu.
"Senden başkasını gözüm görmüyor diyorum, bana kızlardan bahsediyorsun. Asla böyle şeyler duymak istemiyorum, anladın mı?" deyip yanaklarımı avucu içine aldı.
Bense az önceki gözlerinden ürktüğüm için hıçkırmaya başlamıştım. Vücudumun her minik sıçrayışında gülüyordu.
Ayağa kalkıp tek dizinin üstünde çökünce gerçekten Prens havasını hissettirmişti. "Bu dansı bana lütfeder misiniz?"
Yorgun bir şekilde gülümseyip bana uzattığı eli tuttum. Diğer eliyle belimi kavrayıp beni doğrulttu.
Güzel bir balo salonunda, klasik müzik eşliğinde bir dans değildi. Ay ışığının odayı aydınlatması ve Hyunjin'in tatlı sesiyle şarkı mırıldanmasına sahiptik bir tek.
Dışarıda çıt çıkmıyordu, sadece şık ayakkabılarımızın tahta döşemelerle yaptığı ritim vardı. Hyunjin şarkıya devam ederken ara ara güldüğümüz için detone oluyordu ama hemen geri toparlanıyordu.
Gözlerimiz birbirine görünmez bir güçle bağlıyken kollarının arasında süzülmemi sağlıyor, uzaklaştığımızda da ellerimi tutup beni kendine geri çekiyordu.
Şarkının sonuna yaklaşınca adımlarımız yavaşladı, dudaklarıma yaklaşıp fısıldadı. "So I could be loving you, and more..."
Birkaç saniye sessiz sessiz birbirimizin gözlerine baktıktan sonra alnını bana yasladı.
Bir süredir dalmıştım, onu izliyordum. Başındaki beyaz kurdeleyi açtı, saçları öne düşüp serbest kaldı. Hyunjin şu anda nefes kesici görünüyordu.
"Senin şu masum masum parıldayan gözlerin bile aşık olmak için yeterli bir sebep Felix..."
Yutkunup başımı eğdiğimde elini enseme götürüp beni kendine çekti. Yüzüm boynunda bir yere denk gelmişken ellerim bir süre havada kaldı.
Şu anda yoğun bir şekilde teninin kokusunu alıyordum. Ruhuma ilaç gibi gelmişti, mayışınca ellerimi geniş sırtıyla buluşturdum.
Bu sessizlikte toparlanmıştım. Kendimi çok daha iyi hissediyordum. Başımı kaldırıp ona baktığımda "Seni bir daha böyle görmek istemiyorum. Daha iyi misin bebeğim?" dedi.
"Hıhım..." derken dudaklarına baktım. Bunu fark ettiği gibi öpmem için benim hizama eğildi. Çekingen bir şekilde ellerimi yüzüne getirdim yumuşak dudaklarına bir öpücük bıraktım.
"Teşekkür ederim Yakışıklı Prens."
"Yakışıklı Prens mi?" deyip kıkırdadı. Gülünce gözleri kısılıyordu, çok şirin oluyordu.
"Hıhım... Yakışıklı Prens.
Bir de öyle pencereme indin ya.""İlk gecemiz olacağı için yumuşak davranmayı düşünüyordum ama böyle tatlı tatlı konuşursan kendimi kontrol etmekte zorlanabilirim."
Aniden söylediği bu ileri seviye cümleyle yanaklarım sıcaklamıştı. Sessiz kaldığımı görünce panikle kendini açıklama moduna geçti. "Yani böyle emir verirmiş gibi oldu. Tabii ki sen de istersen... Yurt gece yarısına kadar boş kalacağı için uygun olur diye düşündüm-"
"Yapalım."
Tam vaktiydi. Ama şimdi de o donmuştu. Yoğun duygulu gözlerine baktığımda aklından ne geçtiğini kestiremiyordum.
Ellerimi yüzüne getirip yanaklarını severken mırıldandım. "Hadi Hyunjin... Yapalım diyorum, ben de istiyorum işte. Neyi bekliyorsun-"
Beni bir çırpıda kucağına alınca neye uğradığı şaşırdım, boynuna sımsıkı sarıldım. Kalçalarımı okşarken dudaklarıma fısıldadı. "Şu konuşmalarla bile beni fena halde tahrik ediyorsun Felix..."
🥀🥀🥀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kiss in Church | Hyunlix
FanfictionYatılı Hristiyan okulundaki bir grup gencin yurtta dolaşan efsaneyle eğlenmek için yaptığı iddia, heykeli ile aşk yaşayan Hyunjin'i onu öpmeye zorlar. Tek bir öpücükle canlanan melek heykeli Felix, insanların dünyasında sandığından daha fazla günah...