28.07.2024
Dilhun: Kalbi yaralı, içi kan ağlayan...
"Yusuf!"
Yusuf...
Doğduğu ilk gün güzelliğiyle tüm köyü etkilemişti Yusuf. Her görenin dudakları 'Maşallah' diye kıpırdanırken annesi ona başka bir ismi yakıştıramamıştı.
Esmer oğlan elindekileri bırakıp yorgunluktan kan çanağına dönmüş gözlerini ona seslenen kişiye çevirdi. Usta eliyle biraz ötedeki kamyoneti işaret etti. "Aslanım şu çuvallar ellerinden öper."
Yusuf kirli ellerini birbirine çırptı ve Usta'nın işaret ettiği yere ilerledi. Çuval taşımak Yusuf'un göreviydi, en genç olan Yusuf olduğu için sözde buradaki herkesten daha güçlü ve dinçti. Onu en ufak şeyde kovmakla tehtid eden patronu sayesinde Yusuf ona denilen her şeyi oflamadan, burun kıvırmadan yapıyordu. Onun işi buydu evet, fakat koca bir kamyonet çuvalı tek başına indirmesini istemek sadece oğlanın bu çaresizliğinden yararlanmak oluyordu.
Yusuf inşaatta geçen yıllarından dolayı alışmış olduğu ağırlıkları tek tek indirmeye başladı. Bu çuvallar onun için pek bir şey değildi. Her ne kadar ağır olsalarda Yusuf'un yıllardır omuzlarına yuva yapmış yüklerin yanında hiçbir şeydi bu çimento çuvalları. Daha küçücük bir çoçukken annesinin hasta olmasıyla Yusuf'un omuzlarına bir hayli yük binmişti. Evin tek erkeği olarak, kız kardeşlerinin abisi olarak ona büyük sorumluluklar verilmişti.
Yıllardır kardeşleriyle dayısının yanında yaşıyordu. Saçlarına ak düşmüş dayısının tek yaptığı şey gaffur pijamalarının içinde oturup, televizyon karşısında göbeğini büyütmekti.
Yusuf'un kendi kardeşleri haricinde bakması gereken iki çocuk ve bir ev vardı. Belki bu yüzden daha 23 yaşında olmasına rağmen güzel gözlerinde hayatın sillesini yemiş yaşlı bir adamın yorgunluğu vardı. Hayat onu şimdiden bu kadar yormuşken önündeki uzun yıllarda nasıl hayatta kalacağını bilmiyordu. Yaşaması gerekiyordu, yaşamazsa kardeşlerine, kuzenlerine, yengesine, içerisinde her türlü kötülüğe şahit olduğu gecekonduya, onu bir sikine takmayan dayısına kim bakacaktı?
Güneş varoluşundan beri hep olduğu gibi batmış ve kendini gecenin karanlığına gizlemişti. Bir sürü insan gelip geçmişti Yusuf'un çalıştığı inşaatın önünden. Yusuf'u tanıyanlar ona iğrenir gözlerle ve nefretle bakarken, Yusuf'u tanımayanlar oğlanın güzelliğine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Maalesef ki Yusuf'un güzelliği onun geçmişini ve kim olduğunu örtemiyordu. Onu üstün körü tanıyan her insan ona iğrenerek bakacaktı.
Yusuf çocukken çok düşünmüştü, insanlar neden ona canavarmış gibi bakıyordu? Hâlâ da düşünüyordu bu sorunun cevabını. Cevabını alalı bir hayli zaman olmuştu, lakin kabullenemiyordu bazı şeyleri.
En çokta babasının dağlarda hainlik yaparak can vermiş olmasını kabullenemiyordu yüreği. Tüm köye ve çevre köylere kendi ismini öğretmişti babası. Tabii babasının ne halt olduğu İstanbul'a kadar gelmişti. Yusuf'un büyüdüğü mahallede herkes onun bir teröristin oğlu olduğunu biliyordu. Zira herkes bu oğlana bu yüzden kinlenmişti.
Yusuf babasına edilen küfürlere hiçbir zaman sesini çıkarmamıştı. Çünkü haklı olduklarını biliyordu. Babası ve babası gibi olanlar her türlü küfrü hak ediyordu. Peki burada Yusuf'un suçu neydi? O hiçbir zaman babasını savumamıştı ki. Bu ülke için, bu bayrak için canını verirdi. Tabii insanlar oğlanın vatan sevgisini umursamıyorlardı, her türlü o bir teröristin oğluydu. Damarlarında o adamın kanı geziyordu.
Babası uzun süre önce dağlarda geberip gitmişti. Yusuf sonunda üzerindeki bu baskı azalacağı için sevinirken hiçbir şey değişmemişti. Her şey aynıydı. Neyseki artık o mahalleden taşınıyorlardı. Kurtulacaktı üzerindeki bakışlardan. En azından o öyle umuyordu.