Birinci Bölüm

139 11 11
                                    

Her gün aynıydı. Her gün o soğuk, eski ve yırtık çarşafların içinde uyanmalı, diğerleriyle birlikte buz gibi suyun içinde banyo yapıp temizlenmeli, patronlar kahvaltı ederken onlar nerede durmasını isterse orada durmalı, eğer bir önceki gece bir hata yaptıysa cezası için belki de saatlerce aynı noktada durmalı ve sadece kalçalarını ve bedeninin üst kısmını bir nebze örten kıyafetini giyip müşterileri beklemeliydi. Gözlerini kapattığında bazen dışarıyı düşünürdü, patronun nadiren de olsa izin verdiği müşterilerin onu götürdüğü otelin yollarını, ağaçları ve gökyüzünü. Ama sonra gözlerini açmak zorunda kalırdı çünkü eğer oyalanırsa cezalandırıldı. Geç kalamaz, hayaller kuramaz ve kaçamazdı.

"Sana diyorum."

Duyduğu sesle irkilmedi, alışmıştı ama hala alışamadığı şey cezalardı. Kalbi göğsünden çıkacakmış gibi bir ritimle atarken gözlerini kendisine bakan üç adama çevirdi. "Düşüncelere dal diye mi tutuyoruz seni? Buraya gel." Kirli sakallı ve yüzü yaralı adam sırtını geriye yasladı, patronu eliyle dizine vurduğunda ikinci bir şansı yoktu. Sessizlikle onlara yaklaştı, adam ise onun yavaş hareket etmesine tahammül edemediğini gösterir gibi onu sertçe kucağına oturttu. Elleri her bir noktasında gezinirken artık ağlamıyordu, bunu yapmanın hiçbir şey getirmeyeceğini, aksine cezalandırılmasına neden olacağını öğrenmişti. "Sana kaç kere söyleyeceğim suratını düzelt diye?" Diğer adam konuştu, yüzündeki iğrenç sırıtma Regulus'un bakışları ona döndüğünde büyümüştü. "Seni ailenin elinden aldık, bize teşekkür etmelisin." Yüzünün buruşmasını engellemek için yanağını ısırdı, ne de cömertlerdi ama. Onu öldürmemiş, bedenini ve zihnini olabilecek her şekilde kullanmışlardı. Bacaklarına adeta bir çivi gibi saplanan parmaklarla acıyla dudakları aralanırken "Gülümse," dedi patronu. "Bir daha bu suratla buraya geldiğini görürsem, müşterilerin yanında bir an dudaklarının seğirdiğini fark edersem seni bayılana kadar döverim." Yapardı, yapmıştı da. Acısını ömrü boyunca unutabileceğini sanmıyordu. Zaten unutmasına da izin vermeyeceklerdi.
Dudakları zoraki bir gülümsemeyle yukarı kıvrılırken bu kadar kolay rol yapabildiğine şaşırdı, eskiden olsa ağlardı. Adamlar kahvaltılarına devam ederken üzerine bulaşan her bir şey midesini bulandırıyordu, neyse ki normalden daha kısa sürmüştü. Odasına döndüğünde kapıyı kapatıp sırtını yasladı, nefeslerini düzene sokmaya çalışıyordu. Saat yediydi, hava kararmıştı. Bu cehennemde gün geç başlar, geç biterdi. Fazla vakti olmadığını biliyordu, bu yüzden yatak başlığında her zaman asılı duran kıyafetleri giydi ve açlıkla buruşan midesini bastırmak için eski masada duran pamuklardan yememek için kendini tutarak yüzünü pudralayıp milattan önce kalan iğrenç ruju dudaklarına yedirdi. Aynaya bakmıyordu, uzun zaman önce bunu yapmayı bırakmıştı. O yüzden üstü buraya getirildiğinde üzerinde olan mavi pijamasıyla kapatılmış aynaya bakarak saçlarını kırık tarağıyla taradı ve kapıların çalınmaya başladığını duyduğunda kalktı. Hiçbir zaman müşterileri bu bok çukuruna getirmezlerdi, onların hijyeni her şeyden önemliydi(!). Aslına bakılırsa buradaki hiç kimsenin odası Regulus'unki kadar berbat da değildi, çoğu otuzlarındaydı ve senelerdir oradaydılar. Ödemelerini bitirmelerine rağmen neredeyse bütün hayatları burada geçtiğinden ve dışarıda onlara bakılacak gözlerden korktuklarından hiç ayrılmayı düşünmemişler, ayrılanlar da kısa içinde geri dönmüşlerdi. Çoğu ondan hoşlanmazdı, müşterilerini çaldığını söylerlerdi. Birisi hariç.
"Oh mi querido." Hilda mavi transparan elbisesi ve dağınık saçlarıyla ona yaklaşırken yüzü her zamanki gibi şefkatliydi, gözleri hızlıca üzerinde gezinip bir yara bulamayınca nefes alarak kollarını ona sardı. "Sanki sonsuza kadar orada kaldın, cariño." Geri çekilip Regulus'un yüzündeki pudrayı elleriyle yayarken gri gözleri endişeyle parlıyordu. "İyiyim," dedi. "Bir şey olmadı." Hilda sakin bir nefes aldı, yanlarından geçen birkaç kadın ve adamın mırıldandığı küfürle ise sakinliği yerini hızla öfkeye bırakarak "Yüksek sesle söyleyin, sizi korkaklar," dedi bozuk İngilizcesiyle. Aralarından birisi döndü, yanakları fazlasıyla kızartılmıştı. "Senin anlayacağın dilde söyleyeyim, canım. Küçük sürtük arkadaşın yüzünden yakında hepimiz aç kaldığımızda önce onu geberteceğiz." Hilda ellerini beline koyarak onlara yaklaştı. "Hele bir deneyin, sonra birinin altına yatacak bir şeyiniz olmasın." Bir tanesi gülerken "O nasıl olacak?" dedi alayla. Hilda sırıttı. "Elimle her işe yarayan organınızı alıp köpeklere atacağım." Regulus, şefkatiyle tanıdığı Hilda'nın bu şekilde konuşmasına hala alışamamıştı ama burada nasıl saygı kazanılacağını biliyordu, Hilda ise ilk günden beri kazandığı saygıyı şu anki tavrına borçluydu. Bütün gözler bir süre daha kadında kaldıktan sonra uzaklaştılar, Regulus içini çekti. "Beni koruman sadece onları daha çok dolduruyor." Kadının kaşları çatıldı. "Buraya dört sene önce getirildiğinde de aynısını söyledim, cariño, seni yapabileceğim her şekilde koruyacağım. Sen benim neşemsin, mi hermano." Kardeşim. Regulus bu kelimeye aşinaydı, hem de isteyebileceğinden fazla. Kalbi acıyla sızlarken düşüncelerini ve hislerini sızmaya çalıştıkları kara kutuya tekrar ittirip kilidi tekrar tekrar çevirdi. "Gidelim, seslere bakılırsa gelmeye başladılar." Başını salladığında Hilda her zamanki gibi önünden yürüdü, ilgileri kendi üzerine çekip Regulus'u rahat bırakmalarını istediğini biliyordu.
Her gün aynıydı. Gidip birkaç erkeği rahatlatacak, bedeninden iğrenerek yatağa dönecek ve uyanmamayı umacaktı.

a boy with one eyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin