Üçüncü Bölüm

56 11 1
                                    

Hilda o odadan çıkıp yüzündeki korkuyla kaçmasını söylediğinde, bir şeylerin düşündüğünden de berbat halde olduğunu anlamıştı. Ve onu kendi odasına götürüp o güne kadar haberinin olmadığı geçide elindeki tek parası olan elli dolarla onu ittiğinde ise hayatta kalmak için var gücüyle koşması gerektiğini biliyordu.
Yalın ayaklarla koşmasından dolayı yol canını acıtıyordu ve yağmurdan dolayı ayakları kayıyordu ama duramazdı, onu kimsenin görmemesi için arkadan gitmeyi düşünmüştü ama kameralardan kaçınmanın tek yolu mekan önündeki kalabalıktı. Başı dönüyordu, hiçbir zaman koşmakta iyi bir çocuk olmamıştı zaten. Onu gören adamlar ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama hiçbiri onu tutmaya çalışmıyordu, arkasından gelen yüksek bağırış sesleriyle fark edildiğini anlayarak adımlarını hızlandırmaya çalıştı, bacaklarının alev aldığını hissediyordu. Tam o anda kapısı açık siyah bir arabanın açık kapısını fark etti, içindeki silüet eliyle ona gelmesini ifade ediyordu. Karar vermek için vakti yoktu, arkasına bakmak için kendine izin vermeyip bedenini arabaya bıraktı ve beklemeden hareket etmesiyle hızla kapıyı kapattı.
Kalbi hala korkuyla atıyordu, bakışlarını gizlice sürücü koltuğundaki kişiye çevirdiğinde duraksadı. Dakikalar önce gözlerini üzerinde hissettiği genç adamdı bu, kendisine hiç bakmadan arabayı kullanırken gözlükleri burnunun ucuna düşmüş, kaşları çatılmıştı. Onların adamı olabilir miydi? Ama bu onu kurtarmasını açıklamıyordu. Eğer bir hamle yaparsa ona yumruk atar ve arabadan atlarım, diye düşündü. Evet, bu güzel bir plandı. Ama nereye gidecekti? Avucunda buruşuk hale gelmiş elli dolara kısa bir bakış attı, bu parayla hiçbir yere gidemez, iki gün üst üste bir yere bile sığınamazdı. Hiçbir akrabası kalmamıştı. Kalanlar da onu kabul etmezlerdi.
"Giy bunu." Duyduğu genç sesle kendine geldiğinde yanındaki adamın elindeki ceketi ona uzattığını fark etti, bakışları yoldan ayrılmamıştı. Sessizlikle tekrar konuşurken sesi sabırlıydı. "Kapüşonunu kullanabilirsin. Hava da buz gibi. Lütfen." İkinci kez duraksamadı, uzanıp siyah deri ceketi eline alıp üzerine giydiğinde bedeninin bir kısmının kapanması onu rahatlatmıştı, dizlerini kapatan ceket yanındaki adamın ne kadar kalıplı olduğunu ona fark ettirmişti. "Nereye gidiyoruz?" Sesinin olabildiğince güçlü çıkmasına dikkat etmeye çalıştı, genç adam arabayı nereye gittiğini çok iyi bilir bir şekilde kullanıyordu. "Seni güvenli bir yere götürüyorum. Ama önce arkadaşımı evinin önünde indirmem gerekiyor." Sesi neredeyse özür diler gibiydi, Regulus arabada başka birinin olduğunu fark etmemişti ama arka koltukta uyuklayan sarhoş olduğu belli adamı fark ettiğinde sessiz kaldı. Araba durduğunda çıkıp çıkmamayı düşündü, yanındaki genç adam arabadan inip arkadaşını da çıkardığında kapıyı yokladı ve kilitli olmadığını fark etti. Ama kaçarsa bile nereye gidecekti? Peşinde birilerinin olmadığının farkındaydı, öyle olsaydı çoktan Regulus'u arabadan sürükleyerek alırlardı. Kurtarıcısı arabaya tekrar bindiğinde bakışları gözlerine çevrildi. "Evime gidiyoruz," dedi. "Apartmanım şehrin en merkezi yerinde. Ben James. Sana zarar vermeyeceğim, bu inandırıcı gelmiyor biliyorum ama bana güvenmen gerekiyor." Bir an duraksadı ama daha fazla düşünmesine gerek yoktu, kararını vermişti. "Tamam," dedi ve ekledi. "Ben de Regulus." James durdu, gülümsedi ve "Hadi seni sıcak bir yere götürelim Regulus," diyerek arabayı çalıştırdı.

Gerçek bir ev görmeyeli seneler olmuştu. Ve karşısındaki ev gördüğü en sakin evlerden birisiydi.
Apartmanda beyaz, büyük ışıklardansa loş ve sıcak ışıklar tercih edilmişti, ahşap kitaplıklar gördüğü kadarıyla her türden kitapla doluydu, salon mutfakla birleşikti, koltuklar ise büyük ve rahat görünüyordu. James odalardan birine girip ortadan kaybolduğunda bir an için evdeki rahatlatıcı kokuyu içine çekti. "Biraz büyük olacaklar ama senin için beline daha uzun bir ip ekledim." James elindeki pijamaları ona uzattığında Regulus çekinerek elinden aldı, kelimelerini kaybetmiş gibi hissediyordu. "Odada giyinebilirsin, ben de yemek hazırlayacağım. Açsın değil mi? Ben çok açım." Sorular yoktu, yargılayan bakışlar veya imalar da. Regulus hızla odaya girdiğinde aynı sakinliğin yatak odasını da ele geçirdiğini fark etti, üzerine giydiği bol kıyafetler onu sarılmış hissettirirken kollarını kendine sararak odadan çıktı. Güvendesin, dedi. En kısa zamanda çözüm bulup buradan ayrılacaksın.
Mutfağa ulaştığında James tenceredeki bir şeyleri karıştırıyordu, bir anda gelen sesle fırın eldivenli elini mikrodalgaya uzatarak içindeki tabağı çıkarıp masaya koyarken ayakta duran çocuğu fark etti. "Hadi gel," dedi cesaret verir bir sesle. Regulus aldığı kokulara daha fazla karşı koyabileceğini hissetmezken mutfağa bakan bir sandalyeye oturdu, beyaz tabaktaki sarımsaklı ekmekleri fark ettiğinde yutkunarak gizlice elini uzattı, annesi ona her zaman önce karşındakinin yemeğe başlaması gerektiğini söylemişti ama eğer görmezse sorun olmazdı, değil mi? Ağzının içinde dağılan ekmekle dayanamayıp ikinci kez ısırık aldığında kısık sesli bir gülüş duydu. "Üzgünüm," dedi James gülüşünü elinin tersiyle kapatarak. "Sadece o ekmekleri günlerdir yememek için bekletiyordum ve senin onlar için bu kadar heyecanlı olman çok..." Regulus ağzındakini yutarken "Komik," diyerek tamamladı onu. James başını sallarken ela gözleri ışıkta parladı. "Hadi, ekmekleri bitir. Tavuklu çorbam pek lezzetli değil ama bu akşam için idare edebileceğimizi düşünüyorum." Regulus dayanamayarak "Hiçbir şey sormayacak mısın?" dedi o akşam ilk kez yüksek bir sesle. James elindeki kaşıkla ona dönüp kaşlarını kaldırdı ve "Ne hakkında?" dedi bir çocuğun yaramaz edasıyla. "Yemeğimizi yiyip uyumalıyız yoksa yağmur yüzünden hasta olacağız. Odam sende, ben zaten hep koltukta uyurum." Regulus karşı çıkamadan James ona döndü, tabağı önüne koyarken gözleri birleşti ve Regulus yüzünün ısındığını hissetti. "Eve hoş geldin."

a boy with one eyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin