Sonraki sabah hava kapalıydı, bulutlar gökyüzünü ve güneşi kapatıyordu ama asıl kaybolması James’in işe gitmesiyle ortaya çıkmıştı. James evin ışığı, güneşi ve enerjisiydi. Regulus onsuz daha önce evde kalmıştı ama bir şeyler değişmişti ve buna isim vermekten korksa da değişim oradaydı. Olanları daha da ilginç hale getiren şey ise, bu değişim harika hissettiriyordu. Doğru ve olması gerektiği gibi.
Buzdolabında dünden arta kalan makarnalar paketli şekilde duruyordu ama mikrodalganın üzerindeki saat dokuzu gösteriyordu, bu yüzden sütü alıp artık öğrendiği dolaplardan gevrek ve kase çıkararak sandalyeye oturdu ama kapı çaldığında kalbi korkuyla çarptı. James gideli yarım saatten az olmuştu, bu yüzden gelen o olamazdı. Daha önce kimsenin geldiğine şahit olmamıştı, o yüzden bu işleri daha da korkutucu hâle getiriyordu. Onu bulmuşlardı. Kapı açıldığında onu bataklığa götürecek, kimsenin aklına gelmeyecek işkenceler yapacak, satacaklardı. James’i bir daha göremeyecekti. James onu bırakıp gittiğini sanacaktı.
Kapı çalmaya devam ediyordu, nefesini düzene sokmaya çalışarak kapıya yaklaştı, eline yanından geçtiği bir vazoyu alırken kapının ardından bir kadın sesinin “Jamie,” dediğini duyarak duraksadı. Vazoyu her ihtimale karşı sıkıca tutarak uzandı ve kapıdaki ufak delikten baktı. Kızıl saçlı bir kadın, yanındaki kıvırcık saçlı kadının telefonuna bakmasını izliyordu, gözleri bir an için izlendiğini fark etmiş gibi deliğe döndüğünde kim olduklarını fark etti. James onlardan her zaman bahsederdi.
Kapıyı beklemeden açtığında iki çift göz ona döndü, kıvırcık saçlı kadın telefonu kulağından uzaklaştırırken kızıl olan gülümseyerek “Selam,” dedi. “Biz…” Regulus hızla “Mary ve Lily,” diyerek onları tamamladı. “Üzgünüm, lütfen içeri gelin.” Kenara çekildiğinde ikisi de içeri ilerlediler, Regulus ne yapacağını bilemezken “James şirkete gitti,” dedi kapıyı kapatarak. Mary gülümseyerek “Tahmin etmeliydik,” dedi. “Seni korkuttuysak üzgünüz, uzun zamandır uğramak istiyorduk ama James uygun bir zaman olmasını istediğini söyleyip durdu.” Lily mahçupça elini kaldırırken “Sabırsız olan benim,” dedi. Regulus gülümserken “Ben üzgünüm, bilseydim eğer James’le konuşurdum,” dedi. “Bizim için kahve yapacağım,” dedi Mary eşinin alnını öpüp mutfağa ilerlerken. Lily’nin yanakları ısınırken Regulus’la göz göze gelince kıkırdadı, ikisinde de sevilmenin getirdiği bir parlaklık vardı. “James olanlardan bahsetti mi?” Lily çiçekli elbisesini düzeltip bacaklarını altına alarak otururken “Her şeyi değil,” dedi. “Çoğu şeyi değil, aslında. Sadece seni bırakmak istemediğini söyledi.” Yanaklarının yandığını hissederken gülümsemesini bastırmak için yanağını ısırdı, kalbi hızla atarken ellerine bakmadan edemedi. James’in ondan izin almadan kimseye bir şey anlatmayacağını biliyordu ama en yakın arkadaşlarına karşı bu kadar açık olacağını düşünmemişti. Mary elindeki kupaları getirip ufak masaya koyduktan sonra “Anlatmak zorunda değilsin,” dedi. “Sadece dostumuzun kalbini kaptırdığı kişiyle tanışmak istedik.” Bu iki kadın onu utançtan öldürmek için gelmişlerdi. “Böyle mi düşünüyorsunuz?” İkisi de gülerken “James’i kimseye aşık görmedik,” dedi Lily. “Seninle tanışıp her telefon konuşmasında senden bahsetmek için an kovalayana kadar.” Mary kahvesini yudumlarken imayla “Ama asıl soru, sen ne hissediyorsun?” diye sordu. Cevabını biliyordu, hepsi biliyorlardı. Sessizlik giderek uzarken Lily getirdikleri poşeti kaldırdı ve gülerek “Hadi Potter’ın aklını daha da başından alalım,” dedi.
Regulus arkadaşlar ediniyordu ve gerçekten insan gibi hissediyordu. Daha ne isteyebilirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a boy with one eye
Fanfic#jegulus get your filthy fingers out of my pie! TW! bu kurgu içinde fiziksel ve cinsel şiddet, depresyon ve kendine zarar verme ögeleri bulunur.