"Bazen tesadüf bir buluşmanın perde arkasında,çaresizlikle kelepçelenmiş ruhların anahtarları saklıdır. "
2024 MartFeza alarmın sesiyle irkildi. Okula gitmek zorunda olduğu bir gün daha vardı önünde. Kalkıp hazırlanmalıydı. Doğrulup yatakta biraz oturdu. Bir kaç dakika tam ayılmayı bekledi. Pek mümkün olmadı. Oyalanmayı bırakıp yatağının altında duran terlikleri ayağına geçirdi. Dün gece felekten bir gece çalan ayyaşlar gibi yürümeye başladı. Hedef lavaboydu. Biraz sonra birbirinden iğrenç kokularla dolu o ortama adım attı. Musluğu açıp ellerini yıkadı. Kafasını kaldırıp aynada duran sûretine baktı. Islak eliyle, pembe dudaklarının arasına sıkışmış saç tellerini çıkardı. Ardından gözlerine dikkat kesildi. Ne çok yorgun görünüyorlardı. Ruhunun yansıması gibiydi bu sabah gözleri. Evet yorgundu ama minik bir ışıltı kuşanmıştı. Bir ümit, bir yakarıştı bu. Avucuna biraz şu doldurup yüzüne çarptı. Ardından yine aynaya baktı. Su damlaları kirpiklerine asılıp kalmıştı. Bir direnişin sembolü gibiydi bu görüntü. Toprakta bile sabit duramayan şu, birkaç tel kirpiğe tutunmuştu şimdi. Feza için oldukça manidardı bu. Elini yüzünü kuruladıktan sonra kıyafetlerini giymeye başladı. Bir yandan giyiyor bir yandan da formaların ne denli berbat tercihler olduğunu düşünüyordu. Saçını önemsizce toparlayıp dağınık bir topuz yaptı ve hemen kahvaltıya indi. Sıra uzundu. Oda takıldı kuyruğa. Biraz sonra eline aldığı tabağı dikkatle süzdü. Tabakta yine kırıntılar vardı. Temiz yıkanmadığı her halinden belliydi. Feza tiksinsede mecburen yiyecekti o tabaktan yiyecek. Melemen vardı kahvaltıda. Hayret ilk defa buz gibi olmamıştı. Hatta sıcaktı. Feza oturup hemen yemeye başladı. Ekmeği bnaıp banıp yedi. Üstünede yudumladığı demli çay müthiş bir haz yaratıyordu onda. Hızlı hızlı yedıkten sonra okula doğru yola çıktı. Az sonra kaldırımda oturan yaşlı bir adam dikkatini çekti. Dilenci olduğunu düşündü. Geçerken cebinde duran bozuk parayı önüne koydu. Aslında ona acımamıştı veya çektiği sıkıntıları hayal etmemişti. Sonuç olarak o bir dilenciydi ve Feza da bozuk para vardı. Bu iki olgu Fezanın kafasında bütünleşmiş olmalıydı. Zaten bir dilenciye yüksek meblayı layık gören olmamıştı. Peki paraya ihtiyacı olan kişinin, paraya ihtiyacı olduğuna inanıyorsak neden onlara üç beş kuruşu yeterli görüyorduk? Yoksa inandığımız şey onların yetersizliği değilde bizim yeterliliğimizmiydi? Yani verdiğimiz üç beş kuruşu da tatmin olmayı bekleyen egomuzamı ödüyorduk? Veya bizden başka insanlarında aynı yardımda bulunacağını mı düşünüyorduk? Böyle düşünüyorsak yaptığımız iyilik bize has olmuyordu ki . Biz yine yaptığımız iyiliğin yeterliliğini başkalarına bağamlı kılıyorduk.
Feza yürümeye devam etti. Az sonra çöpün kenarında bir kedi gördü. Kedi epey zayıftı. Kediyi sevmeye başladı bu zayıflığını göz ardı edemiyordu. Dahası bu durum onu üzmüştü ve bir kedi maması almaya kara verdi ama market baya geride kalmıştı. Biraz tereddüt ettikten sonra okula geç kalmasını umursamadan markete gitti. Mamayı alıp döndü. Kedinin önüne boşalttı. Kedinin mamayı yerken ki hızı içini ısıtmıştı. Onu biraz daha izlemeyi arzuluyordu fakat gerçekten okula geç kalmıştı. Mecburen kediyi o halde bırakıp yoluna devam etti. Koşar adımlarla derse yetişmeye çalışıyordu fakat başaramadı. Okula girdiğinde okul sessizdi. Herkes dersteydi. Sabah sabah müdür yardımcısının azarlamasını da duymak istemiyordu. O yüzden izin kağıdı almayı kendi kafasında reddetti. Zaten zilin çalmasına da az kalmıştı kapının önünde bekledi. Bir yandan da karşısında duran panoyu istemsizce inceliyordu. Bu panoyu rehberlik öğretmeni hazırlamıştı. Hayret! Süslenmekten nasıl zaman ayırmıştı burasıyla? Derken bir anda müdür yardımcısı ve yanında bir çocuk belirdi yanında. Müdür yardımcısı "kızım ders saatinde ne işin var burda nıye sınıfında değilsin? " Dedi sitemli bir ses tonuyla. Feza "hocam ben geç kalamıştım da zil çalınca içeri girecektim. " Dedi ama bu kibirli adam umursamadı . Öfkeyle "hemen git odamada beni bekle" Diye bağırdı. Yanındaki çocuk küstahça sırıtıyordu. Feza çocuğun bu hareketini görünce iyice sinirlendi ama birşey söyleyemedi. Sessizce odaya gitti. Beklemeye başladı. Çok geçmeden müdür yardımcısı geldi. Klasik azarlama sözcüklerini kullandıktan sonra sonuna "birdahakine okuldan atarım" Cümlesinde ekleyip kapanışı yaptı. Feza yine çok sinir olmuştu. Gerçi bu adama her zaman sinir oluyordu. Bu arada zil çalmıştı. Fezada sınıfa gitti. Tam sırasına doğru yönelicekken o küstah çocuğun sırasında olduğunu gördü.
"Hey kalk buradan. Benim yerim burası" Dedi Feza.
"Artık değildir belki. " Diye yanıtladı çocuk. "Hem sen azarını yemiyormuydun az demin ne çabuk bitti? " Şekilde de ekleme yaptı. Suratında yine o burnu havada tavır vardı. Sınıfa yeni gelmiş olmalıydı. Uzun boylu, esmer, iri gözlü biriydi. Gözleri oldukça masumdu fakat kemerli burnunun üzerindeki ve çenesindeki ben yüzüne karakteristik, sert bir hava katıyordu. Elinde sargı vardı. Feza çocuğun bu pişkin halinden rahatsız olmuştu ve muazzam bir nezaketle söze başladı. "Bak yeni çocuk, diğer elinde benim halletmemi istemiyorsan defol şurdan. " Feza çocuğun elinden bahseder etmez çocuğun yüzü düştü. Feza kapanmamış bir yaraya tuz basmış gibiydi. Çocuk hemen kalkıp yerini değiştirdi. Çok geçmeden içeri Elif Hoca girdi. Elif Hoca edebiyat öğretmeniydi. Her zaman ki gibi hal hatır sordu ve yeni çocuğu fark etti. "Arkadaşlar aramıza yeni biri katılmış. Tatlım kendini tanıtabilirmisin? " Çocuk ayağı kalktı. "Merhaba Hocam ben tekirdağ'da okuyordum da buraya taşındık. İsmim Avaz. " Elif Hoca memnun olduğunu söyledikten sonra derse başladı. Biraz müfredattan ilerledi lakin her zaman ki gibi konuyu şiirlere bağlamayı başardı. Arkadaşlar dedi sevecen bir sesle. "Nazım Hikmet'in Ceviz Ağacı şiirinin hikayesini bilirmisiniz?" Diye sordu. Feza hemen atladı "Evet hocam hani şu aşkın sadece acı verdiğine dair bir kanıt olan hikaye değil mi? " Dedi sırıtarak. Yüzünde bir serserinin asiliği, bir kız çocuğunun sessiz çığlıkları vardı sanki. Aşk ve sevgiden ne denli yaralanmıştı ki böylesine cürretkar konuşabiliyordu? Elif Hoca hikayeyi anlatmaya başladı.
"Nazım Hikmet polisten kaçtığı sırada Piraye ile buluşmak ister. Ona gülhane parkında beklediğinin haberini verip. Ceviz ağacının altında beklemeye başlar fakat işler beklediği gibi gitmez biri polise onu ihbar etmiştir. Nazım polisi görür görmez ağaca tırmanıp orada oturur. Neyse ki Polis Nazımı
görmez fakat buluşma yerine gelen Piraye de Nazımı görmez ve Nazım cevız ağacının tepesınde bu sözler dökülür kağıda.
"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.
Sence Fezacım acı hayatta muhakkakken aşkta böylesine güzel şekillenmesi paha biçilemez değil mi?" Diye sordu. Feza hemen atladı
"İyide hocam madem acı hayatta muhakkak neden karşımıza çıkma ihtimalini arttıralım ki? " Dedi.
Elif Hoca tebessüm ederek söze başladı. "Ama aşktaki acı öyle zulüm eden türden değildir ki Fezacım. Sırtına dağlar yükler sen çakıl taşı sanırsın. Çünkü bilirsin, sen yüreğinde dağlardan büyük bir sevda taşırsın. Örneğin yıllarca bize su hayattır dediler değilmi? Kimse suyun boğmasından, can almasından bahsetmedi. İşte aşkın ki de o mesele. " Feza tam cevap verecekken zil çaldı. Aşağı inerken kafasında elif hocanın söyledikleri dönüyordu. Kendi kendine söylenmeye başladı. "Bu kadın çok film izliyor kesin. Nasıl da toz pembe bir dünyası var. Acı hayatın her yerindedir ve ne olursa olsun acı kötü bir şeydir. " Kafasını kaldırdığında Avazın yanında olduğunu gördü. Avaz yine o küstah ifadesiyle "sanırım sende çok film izliyorsun. Senınkilerınde konusu acı" Diyip sırıttı ve arkasıba bakmadan gitti. Feza bu sefer daha da gıcık oldu. Tabi söylenmeye devam etti "hayatında bir kere bile acı çekmiş bir insanın böyle konuşması mümkün değil. Kesinlikle bu çocuk şımarık aptlın teki"Tenefüs bitti. Feza sınıfa girdi. Aklına Avazı sinir etmenin bir yolu geldi. Avazın elinden bahsederken yüzü çok düşmüştü. Feza bağırdı. "Hey arkadaşlar yeni çocuk onun sargısına imza aymamızı istiyormuş. Ne dersiniz? Kırmayalım arkadaşımızı. " Dedi muzipçe. Avazın gözleri fal taşı gibi açıldı. Aman Allahım ne diyordu bu kız. Feza masada duran kalemı eline aldı ve Avazın üstüne yürümeye başladı. Avaz kapıya doğru yöneldi. Tam o sırada Feza koşar adım gidip kalemle sargıyı çizmeye çaliştı. Kalem biraz sert battı. Derken sargı yere düştü. Daha doğrusu sargıya sarılmış bir plastik parçası. Bu çocuğun- bu çocuğun eli yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜ
General FictionBir gün gelecek üzerine giydiklerine aynadan bakamayacaksın. Oysa beyaz sana yakışır hatta belki de en sevdiğin renktir. Dünyadan alacak bir nefesin dahi kalmamıştır artık. O gün öyle bir gündür ki silahlar, susmuş kavgalar bitmiş ve tüm hayatı...