Sabah olmuştu. Güneş geceye restini çekmiş, galip gelmişti. Feza gözlerini yeni güne açtı. Dün tüm bu olanlardan sonra rahat bir uyku çekmişti. Ölümün kıyısından dönmesine rağmen oldukça huzurluydu. Neşeyle kıyafetlerini giyip kahvaltıya indi. Günler sonra ilk defa doğru dürüst kahvaltı yaptı. Okula gitti. İçinde tuhaf bir sızı vardı ama garip bir şekilde bu onu rahatsız etmiyordu. Bu his ruhunun kuytularını okşuyordu. Ona bu günlerde neler olduğunu bilmiyordu. Hoş, bilmek de istemiyordu. İlk defa düşünmüyordu olanları. Sorgulamıyordu. Dahası korkmuyordu. Hem de hiç korkmuyordu. Yaşıyordu. Yıllar sonra, yaşıyordu. Lanet yağdırmıyordu dünyaya ait ne varsa. Şikayet etmiyordu. Önemsemiyordu. Bu sabah takabileceği en güzel mücevheri takmıştı. Bu mücevher paha biçilemezdi. Evet, bu sabah dudaklarına bir tebessüm iliklemişti. Tüm asaletiyle göz kamaştırıyordu bu nadide tebessümü. Hemen gidip sırasına oturdu. Gözü Avazı arıyordu. Çok geçmeden Avaz sınıfa girdi. Gelip yerine oturdu. Feza; günaydın dedi. Avaz da aynı şekilde yanıtladı. Feza yine söze başladı. "Avaz dün sana doğru dürüst teşekkür edemedim. Tekrardan sağol. " Dedi. Bu sırada gözlerindeki minik ışık yine belirmişti. Avaz bu ışığı gördükten sonra daha fazla bakamadı gözlerine. Seziyordu bu ışığın gönlünde oluşturacağı devasa yangını. Kim bilir bu yangında kimler kimler yanacaktı. Cesaret edemedi bu sûrete karşı. Gözlerini Fezanın gözlerine değdirince uçurumdan düştüğünü hayal etti istemsizce. Ki zaten aşk düşerken, uçuyor olduğunu sanmak değil miydi? Avaz da düşüyordü yükseklerden. Ama bu içini öylesine gıdıklıyordu ki bu düşüş onun için uçmak gibiydi. İki zıt kutup vardı şimdi içinde. Birisi 'yaklaşma yanarsın' diyordu. Diğeri 'ama ısınmaya ihtiyacın var' diye diretiyordu.
"Ne demek. " Diyerek yetindi Avaz. Bir küçük de tebessüm etti. Oysa dün geceden beri tebessüm etmeye mecali kalmamıştı. Çünkü o olayları yaşayıp evine döndükten sonra bedeni muazzam derecede ağrıyordu. Daha doğrusu bedeni ağrımıyordu. Bedeninin noksanlığı ağrıyordu. Avazın çektiği ağrı, Fantom ağrısıydı. Bu ağrı çeşidi tıpta, olmayan uzuv ağrısına tekamül ediyordu. Avazın kesik olan eli ağrıyordu. Mevcut olmasına rağmen sanki oracıkta duruyormuş gibi ağrıyordu. Bu ağrı için uzun zaman önce doktora gitmişse bile çaresi yoktu. Mevcut olmayan eli zaman zaman iğneleniyor, zaman zaman elektirikleniyordu sanki. Avaz ne zaman bu ağrıları çekmek zorunda kalsa kendini çok çaresiz hissediyordu. Bu ağrılar onun olmayan elini bir tokat gibi yüzüne vuruyordu. Dahası bacağı ağrısa bir krem sürer, ağrı kesici içerdi. Ama olmayan eline nasıl krem sürecekti? Veya içtiği ilaç olmayan eline nasıl tesir edecekti? Ne zaman karşı karşıya kalsa bu durumla kendini kapana kısılmış hissederdi. İşte dün gece'de kapana kısıldığı bir geceydi. Neyse ki şuan iyidi. Ders müzikti. Hoca içeri girdi. Hocanın adı Çiçekti. Adının enerjisini barındırıyordu. Güleryüzlü cıvıl cıvıl bir kadındı. Bu ders isteyenlere şarkı söyletme kararı vermişti. Tabi ki sınıfın güzel sesli çocuğu bu teklife hemen atlamıştı. Sesi büyüleyiciydi. Hoca; bugün bize hangi şarkıyı söyleyeceksin canım? Diye sordu. Çocuk çok geçmeden cevap verdi. "Barış Manço'dan Anlıyorsun Değil Mi? " Şeklinde yanıtladı. Feza buz kesildi. Olamaz! Bu şarkıyı duymamalıydı. Anne ve babasının öldürüldüğü gece bu şarkıyı dinlemişti. En son da o zaman dinlemişti. Şimdi tekrar o gece'ye gidemezdi. Sakince kalktı ayağa dışarı çıkmak için izin istedi. Ama Hoca izin vermedi. Müfettişin okulda olduğunu koridorda öğrencilerin gözükmemesi gerektiğini öne sürdü. Feza orada durup çocuğun başka şarkıyı söylemesini isteyecek sabır bulamadı kendinde. Çünkü şarkının adını duymak bile onu fazlasıyla rahatsız etmeye yetmişti. Hemen dışarı çıktı koşarak. Avaz Feza için edişelenmişti. Oda aynı şekilde çıktı dışarı. Hoca neye uğradığını şaşırdı. Arkalarından seslendiyse de bir işe yaramadı. Okuldan çıktılar. Avaz seslendi. "Hey marul kafa bensiz mi gidiyorsun?" Feza arkasına baktığında nefes nefeseydi. Avaz da mı dersten çıkmıştı? Hemde onun için. Avaz hızlıca Fezanın yanına ulaştı.Beraber yürümeye koyuldular. Avaz "ee istikâmet nereye? " Diye sordu. Feza "bilmem " Dedi tereddütle ve sordu "sen neden çıktın? " Avaz "sen neden çıktığını anlatınca bende anlatırım" Dedi. Ağzından laf almak istercesine.
Feza "peki o zaman biraz ileride çocuk parkı var oraya gidelim" Dedi ve yürümeye devam ettiler. Az sonra parka ulaşmışlardı. Oradaki bir banka oturdular. Çevrede çocuk sesleri birbirine karışmıştı. Bazısı salıncak kavgası yapıyor. Bazısı saklambaç oynuyordu. Fazanın hislerine nasıl da tezattı bu manzara. Avaz dayanamadan sordu."Evet Feza anlatıcakmısın artık? Neden kaçtın bir anda? " Feza duraksadı. Derin bir nefes aldı. Doğrumu yapıyordu acaba? Bir yabancıyla şimdi çocukken geldiği çocuk parkı'nda ne işi vardı? Üstelik bu park anne ve babasının hatıralarını taşıyorken. Bu salıncaklara anne ve babasının eli dokunmuşken. Ne gereği vardı hatıralarının kuytularına bu çocuğu misafir etmenin? Ama Avaz, Feza için kaçmıştı ve şuan az da olsa bir açıklama yapmaya borçlu hissediyordu Feza. "O şarkıyla pek güzel anılarım yok da, duymak istemedim" Dedi. Avaz bir an Fezanın unutamadığı bir eski ilişkisi olduğunu düşündü ama sonra bu düşünceden sıyrıldı. Çünkü böyle bir şey için abartı bir tepkiydi bu. Daha fazlası olmalıydı, daha acısı. "Nasıl bir anı? " Diye sordu Avaz. Feza "Çocukluğumdaki kanlı bir anıanı malesef" Dedi. Bu cümle dudaklarından dökülürken sesi titriyordu. Avaz yetiştirme yurdunda kaldığını bildiğinden neler olduğunu aşağı yukarı tahmin etmişti. Ama Feza Avazı henüz kendine çok yakın hissetmiyordu. Bu yüzden olanları anlattırmak onun canını çok yakacaktı. Avaz diretmeyi kesti. Fezanın tekrar o anları yaşamasını istemedi. "Bazı anılar can yaksa da bir değer ifade eder. Çünkü acı mutlaka başka bir duyguyla bağlantılıdır ve bazen acıdan ziyade, acıyı temellendiren duyguya odaklanmamız gerek. Acı duymana sebep olan duygu sevgi ise o anıyı hatırladığında acıdan fazla sevgiyi hatırla. Biliyorum bu çok zor ama denemek bir direniştir. Sende dene olur mu marul kafa. " Dedi Avaz. Oda duygulanmıştı. Dönüp Fezanın gözlerine uzun uzun baktı. Bakarken gülümsüyordu. Feza minnettar bir bakış sergiledi. Ne denli zıt kişiliklerdi bunlar. Birbirini tamamlamak için yaratılmışlardı sanki. Fezanın siyah dediğine, Avazın mutlaka beyaz dediği bir yanıtı vardı. Avaz, Fezanın kötü hissettiğini anladığı için bir şey yapma ihtiyacı duydu. Hemen ardından gözüne saklanbaç oynayan çocuklar takıldı. Fezanın elinden tutup ayağa kaldırdı. "Hadi saklanbaç oynayacağız. " Dedi. Feza neye uğradığını şaşırmıştı. Alaycı bir gülümsemeyle "saçmalama " Dedi. "Neden saçmalamayalım ki? Bence saçmalmamız hiçte saçma bir fikir değil. Ne oldu, yoksa iyi değilmisin bu oyunda? " Dedi Avaz. Yeri gelince dünyanın en ciddi insanı olup yeri gelince bir çocuktan farksız olmayı nasıl beceriyordu? Feza "peki" dedi. Avaz gidip çocuklardan izin istedi. Onlarla birlikte oynamalıydı. Çocukların gülüşü sinmeliydi yüzlerine. Feza gözlerini kapatıp saymaya başladı. Bu sırada Avaz ve diğer üç çocuk ayrı ayrı yerlere saklandılar. Avaz neyin arkasına geçse geniş omuzları onu ele veriyordu. Son çare olarak kaydıraklara yükselen merdivenden ilerleyip en yukarıda durdu. Feza ise biraz ötesinde aşağıdaydı. Feza saymayı bitirince çocukları ve Avazı aramaya koyuldu. Biraz sonraki bankın arkasında görünmediğini zanneden miniği gördü. " Hey gördüm seni bankın arkasındaki! "deyip koştu . Hem koşuyor hem de " Sobe" Diye bağırıyordu. Sonunda gidip sobeledi. Ama diğer iki çocuk ve Avaz kayıplardaydı. Onları aramaya devam etti. Biraz uzaklaşınca Avaz merdivenlerden inip Fezayı sobeledi. Onda da aynı çocuksu gülümseme vardı. Saklambaç oynamayı bitirip ebelemece ve sonra da yakantop oynadılar. Resmen akşama kadar çocuk gibi oyun oynamışlardı. Zamanın nasıl geçtiğinden de bir haberlerdi. Feza sonunda saatin kaç olduğunun farkına varıp " Avaz gitmeliyim artık yurt kapanacak birazdan. " Dedi. Avaz Fezanın yetiştirme yurdunda kaldığını biliyordu ama "Ne yurdu? " Diye sordu. Çünkü Fezanın Anne ve Babasının olmadığını bildiğini Fezaya söylerse, Feza bu sefer Avazın ona acıdığı için vakit geçireceğini düşünecekti. Avaz ona hissettirilen iğrenç bir duyguyu başkasına asla hissettirmezdi. Feza "yetiştirme yurdu" Diye yanıtladı. Avaz hiç bozuntuya vermeyip ve en ufak bir mimik sergilemeden "Tamam gel yurda kadar birlikte yürüyelim "Dedi. Avaz Fezaya yurtla ilgili en ufak soru sormadı. Zaten Feza Avazı ne zaman kendine yakın hissederse o zaman anlatacaktı. Ah, bu acıların da sıcak bir ortamı olmadan dilleri çözülmüyordu. Bekleyecekti Avaz, acıların dilleri ne zaman çözülecekse o zaman dinleyecekti Fezayı. Ama kocaman bir muamma daha vardı ortada. Son bir kaç ayı kalan bu çocuk nasıl sevecekti ölümden köşe bucak kaçan kızı? Gidişiyle bir daha öldürmeyecek miydi onu? Belkide Fezanın eline verdiği gülün dikenleri gülden daha büyük olacaktı. Nasıl yapacaktı bunu ona? Umudu gösterip hüzüne mi boğacaktı? Belki de Fezanın bu hastalıklı ruhunu tanısa onu böyle bir riske atmaya kıyamayacaktı. Hayır, artık çok geçti. İkiside farkında değildi ama kader oyununu oynamıştı. Senaryo yazılmaya başlanmıştı. Çünkü iki gencin de yüreğine aşk tohumlarından serpilmişti. Kalplerinin en ücralarındaydı bu tohumlar. Şimdilik görülemezdi. Hoş, görülse de çıkarılamazdı oralardan. Peki kız ne yapacaktı? Çok sürmeden bir avuç toprak olacak çocuğa, kendini adayacak mecali nereden bulacaktı?
Daha sıradan bir hayata tutunamadan, onu acının doruklarına taşıyacak bir aşka nasıl tutunacaktı? Bu bir şehir efsanesi olmalıydı. Veya iki saat sürecek bir film. Ama bu bir hayat hikayesiydi. Bunu etten, kemikten ve nadide ruhlardan oluşan insanlar yaşıyordu. Hayır, hayır bu Allahın, tarihin tüm aşıklarını tabi tuttuğu en büyük imtihanıydı. Bu, ibretlik bir imtihandı. Bakalım Avazı düştüğü uçurumdan kıvırcık bir saç teli kurtarabilecek miydi? Bakalım bir başka uçurumdan düşmekte olan Fezanın elinden, elsiz bir kahraman tutabilecek miydi?
![](https://img.wattpad.com/cover/362272429-288-k986687.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜ
General FictionBir gün gelecek üzerine giydiklerine aynadan bakamayacaksın. Oysa beyaz sana yakışır hatta belki de en sevdiğin renktir. Dünyadan alacak bir nefesin dahi kalmamıştır artık. O gün öyle bir gündür ki silahlar, susmuş kavgalar bitmiş ve tüm hayatı...