2. BÖLÜM - KONFERANS SALONU

34 2 2
                                    

Yeni bir gün... Yine aynı yer... Yine okul... Yine aynı kişiler... Yine yalnızlık ve yine tutsaklık... Tutsaklık diyorum çünkü okuldan kaçışımız yoktu... Özgürlüğümüz ellerimizden kayıp gitmişti bile...

Güneş ışığının perdenin arasından gözüme vurmasıyla uyandım. Sırada uyuduğum için her yerim ağrıyordu. Etrafa bakındım. Nöbetçiler hariç herkes uyuyordu. Ellerimle gözlerimi ovuşturdum. Gece neler olduğunu hatırlamaya çalıştım ve ne yazık ki hatırladım. Adamların ne konuştuklarının, bir kedi sayesinde kurtulduğumuzu, ölümden döndüğümüzü, adamların Batuhan'ı aradıklarını, adamlar gittiğinde nasıl krize girdiğimi... Nöbetçiler benim uyandığımı fark etmiş olacaklar ki yanıma geldiler.

-"İyi misin?" dedi Rana.

-"Fena değil. Ama hala atlatabilmiş değilim." dedim.

-"Dün gece ne olduğunu anlatabilecek durumda mısın?" dedi Toprak.

-"Dün gece nöbet tutarken ayak sesleri duydum. Kapının cam kısmından bakarken iki adam gördüm. Kıyafetleri boldu. Ayaklarında sert ve büyük çizmeler vardı. Kemerlerine tutturulmuş silahları vardı. Amiral diye bir adamdan emir almışlar. Okulda karşılaştıkları herhangi birini öldüreceklerini ve cesedini de yok edeceklerini söylediler. Batuhan onlar konuşurken bir sürü şey duyduğu için onu yakalamaları gerekiyormuş. Tam bizim sınıfın kapısını açacaklarken dışarıdan bir gürültü koptu. Kedi, yine bir şeyler devirmiş. Kediye bakmaya gittiklerinde bizim sınıfı aramayı unuttular." dedim. Korku yine bedenimi ele geçirmişti. Rana ve Toprak'ın gözleri kocaman açılmıştı. Rana bana sarıldı. Onun sarılması, az da olsa korkumu hafifletmişti.

-"Lavaboya gitmem lazım." dedim utanarak.

-"Tek gitme, ben de seninle geleyim." dedi Rana.

Yanıma bir sweatshirt ve eşofman alarak lavaboya gittim. Üstümü değiştirdim. Tokamla saçlarımı topuz yaptım. Ellerimi ve yüzümü yıkadım. Biraz olsun rahatlamış hissediyordum. Sınıfa döndüğümüzde çoğu kişi çoktan uyanmıştı. Teker teker bana sarıldılar. Dün yaşadıklarımdan sonra bana psikolojik destek vermeye çalışıyorlardı. Batuhan biraz daha normal görünüyordu. Ama yine bomboş bakıyordu. Dün kantinden getirdiğimiz yiyeceklerden atıştırdıktan sonra konuşmaya başladık.

-"Şimdi ne yapacağız?" dedi Zeynep. " Dört duvar arasında sıkışıp kaldık. Kaçamıyoruz. Ayrıca okulda bir çete var, ve bizi öldürmek isteyen bir çete."

-"Onlara görünmeden okuldan çıkmalıyız." dedi Zeyn.

-"Her yer kilitli. Nasıl yapacağız ki? Ayrıca telefonlarımız çekmiyor. Kimseyle görüşemiyoruz." dedi Nisa.

-"O zaman iki hafta boyunca okulda onlardan saklanarak yaşayacağız. En azından okullar açılana kadar." dedi Akın.

-"Tabii hayatta kalırsak." dedi Yusuf.

-"Bulut'u onlar öldürdüler" dedi camdan dışarı bakan Uras. Herkes ona döndü. "Bulut kaybolduğu gün okula gelmişti. Ödev verilen kitabı okulda unutmuştu. Benden ödevin fotoğrafını istemişti. Ben de sayfaların fotoğrafını çekmeye üşendim. Ödevi yapmamış olduğum halde yaptığımı söyledim. O da mecburen okula gideceğini söyledi. Daha sonra mesajlarımı görmedi ve... Ailesi ondan hiçbir zaman haber alamadı. Çünkü okula geldiğinde çeteden birisine rastladı ve öldürüldü." dedi. Bütün sınıf şok içerisinde onu dinliyordu. Eliyle alnını ovaladı. "Hepsi benim yüzümden oldu. Hepsi benim suçum. O gün üşenmeyip ona ödevi atsaydım, bugün aramızda olurdu. Bir ödev yüzünden öldü." Yanaklarından yaşların süzüldüğünü görebiliyordum.

-"Ne yaptın sen?" dedi arkadan gelen bir ses. Bu ses Zeyn'den geliyordu. "Senin hatan yüzünden biz arkadaşımızdan olduk. Ailesi ne kadar üzüldü, senin haberin var mı? Neler çektiler onlar! Hiç mi vicdanın sızlamadı? Göz göre göre yalan söylemişsin ona. Şu an konuştuklarımızı bilse ne kadar üzülürdü. En yakın arkadaşı yalan söylemiş ve onu ölüme göndermiş. Ne kadar da güzel bir senaryo."

-"Böyle olacağını bilemezdim. Kaybolabileceği ve bir daha geri gelmeyeceği aklımın ucundan bile geçmemişti..."

-"Onun şu an bir mezarı bile yok ya. Ailesini en çok bu kahretti. Biricik oğullarının mezarı bile yok. Hepsi senin yüzünden. Hepsi. Onun ölüm haberini aldığında tek üzülmeyen sendin. Yaptıklarına rağmen üzülmedin. Bunu nasıl yapabildin? Kalbin hiç mi acımadı? Hiç mi acı çekmedin? Bunu ona yaparken nasıl rahat uyuyabildin? Bana bir açıklama yap, ben de bir daha sana bu konuda hiçbir şey demeyeceğim." dedi Zeyn ve sinirle sınıftan çıktı. Ben, Ela, Suden ve Nisa onun peşinden sınıftan çıktık. Zeyn alt kata indi. Konferans salonuna girdi. Biz de onun peşinden girdik. Konferans salonu kapkaranlıktı. Telefonlarımızın flaşını açtık. Yavaşça merdivenlerden inmeye başladık. Zeyn sahneye çıktı. Sahnenin duvarına yaslanıp ağlamaya başladı.

-"Canı bir şeye sıkıldığında, bir şeye üzüldüğünde, Uras'a yardım edemediği zamanlarda hep buraya gelirdi. Burada uzun bir süre boyunca boş olan seyirci koltuklarına bakardı. Bazen kafasını tavana dikerdi. Bazen boş seyirci koltuklarıyla konuşurdu. Bir gün 2,5 ay boyunca sürekli çalıştığım matematik sınavından düşük almıştım. Çok üzülmüştüm. Kimsenin görmediği bir yerde oturmuş ağlıyordum. Beni şans eseri buldu. Yanıma oturdu. Benimle konuşmaya başladı. Onunla konuştukça ağlamam dindi. Sonra beni buraya getirdi. Karanlıkta merdivenden indirdi ve sahneye çıkardı. Seyirci koltuklarını matematik olarak görmemi ve onlara ne söylemek istiyorsam söylememi istedi. İlk başta bunun saçmalık olduğunu, hiçbir etkisi olmayacağını söyledim. Yüzü asıldı. Sonra kendisini izlememi söyledi ve boş koltuklara içinde ne varsa söylemeye başladı. Onu böyle görünce bunun beni rahatlatabileceğini düşündüm ve koltuklarla konuşmaya başladım. Demediğim şey kalmadı. Ben konuştukça oturduğu yerden bana gülmeye başladı. Konuşmamı bitirdiğimde rahatlamış hissettim. Koltuktan kalkıp yanıma geldi. Sahnenin duvarına yaslandık ve uzun bir süre sohbet ettik. Bana her şeyini anlattı. Bütün dertlerini...Bir gün benimle sahnede dans etmişti ve o gün beni sevdiğini söylemişti. O hafta kayboldu ve bir daha asla ondan haber alamadım." dedi. Hiç kimse bunu bilmiyordu. Herkesin gözleri dolmuştu. Kimse Zeyn'i teselli edemezdi. Biz sahnede otururken kulisten takırtılar geldiğini duydum. Kızlara işaretlerle anlattım hızlıca ve sessizce merdivenleri çıkıp bir sıra koltuğun arkasına gizlendik. Kulisin kapısı açıldı. İçeri biri girdi. Sahneye çıktı ve sahnenin ortasına oturdu. Sesi çıkmıyordu. Yalnızca oturuyordu. Kulisin kapısı tekrar açıldı. İçeri biri daha girdi. Sahnede oturan adamın yanına gitti. Sahne karanlık olduğundan yüzlerini göremiyorduk.

-"Yine mi efkarlandın?" diye sordu ayaktaki adam.

-"İçim daralıyor, bazen kalbim sıkışıyor. Dayanamıyorum. Bunun ne kadar büyük bir acı olduğunu anlıyorum. Dayanması o kadar zor ki anlatamam."

-"Bilirim kardeşim, bilirim canının ne kadar çok acıdığını. Ben de ilk geldiğimde çok acır idi sonra kabuk bağladı. Bazen yine kanıyor ama eskisi kadar acımıyor be kardeşim."

-"Kaç yıl oldu abi geçmiyor, geçmiyor. Atamıyorum kalbimden. Öyle bir yer etmiş ki. Keşke onunla hiç tanışmamış olsaydım. Belki o zaman onun da canı acımazdı."

-"Hiç anlatmadın."

-"Neyi?"

-"Sevdiğin kızı."

-"Anlatamam ki abi."

-"Aklından hep acaba başkasını bulmuş mudur, beni düşünüyor mudur, beni hala seviyor mudur, bana kızgın mıdır gibi sorular geçiyor değil mi?"

-"Maalesef ki, evet."

-"Oğlum, artık bunları aşmalısın. Görevimiz için sevgi ve merhametten uzak olmalıyız. İçimizde ki bu duygular bize zayıflık getirmekten başka hiçbir işe yaramaz. Bizim görevimiz öldürmek iken, bunların içimizde olmaması gerekiyor. Bunu söylemeye dilim varmıyor ama yakında onu da öldürmek zorunda kalacaksın. Kalbinden olabildiğince duygularını at. Sana son sözlerim bunlar."

O sırada kulisin kapısı tekrar açıldı ve içeri bir adam daha girdi ve: " Amiral sizi çağırıyor." dedi. Adamların üçü de kulise girdi. Biz de bir süre sonra sessizce kalkıp konferans salonundan çıkıp sınıfa döndük.

TEHLİKELİ OYUN I - OYUNA HOŞGELDİNİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin