(ESRA'NIN ANLATIMIYLA)
Sizce insanın en büyük zaafıdır merhamet... İçindeki iyilik duygusudur... İçindeki acıma duygusudur... Aslında çok büyük bir şeydir merhamet... Birçok kapı açar merhamet... Birçok iyilik kapısı... Birçok kapıyı kapatır merhamet... İçindekiler bir anda solup gider... Bütün iyilik ve güzellikler... Kendimi bir çukurda hissediyordum. Dipsiz ve sonu gelmeyen bir çukurda... Sürekli düşüyordum. Güneş ışığının güzelliği soluyordu, ışığı soluyordu. Aydınlık gittikçe azalıyordu. Zifiri karanlığa doğru düşüyordum. Korkuyordum. Bana yardım edecek kimse yoktu. Elimi tutacak kimse yoktu. Yalnızdım. Tek başımaydım. Tek başıma ilerlemek zorundaydım ama bunu yapacak gücüm kalmamıştı. Yorulmuştum. Bana güç verecek kimse yoktu. Kaçmak kurtulmak istiyordum. Yapamıyordum. Başaramıyordum. Hayat önüme aşılamayacak bir duvar örmüştü. Yıkmaya çalışıyordum o duvarı aşmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Öyle sağlam bir duvardı ki yıkılmıyordu. Keşke ben de bu duvar gibi güçlü olabilsem. Keşke yıkılmaz ve aşılmaz olsam... Keşke hayatın önüme çıkardığı zorlukları aşabilsem. Keşke olmak istediğim kişi olsam... Hiç birini yapamıyordum. Ağlamak, bağırmak, çığırmak istiyordum. Ama sesim çıkmıyordu. Hayat sesimi de çalmıştı. Benden güzel bir tatili çalmıştı... Arkadaşlarımı çalmıştı... Ailemi çalmıştı... Kısacası her şeyimi çalmıştı. Her şeyimi... Elimde bir tek kod dizinleri kalmıştı. Upuzun, sonu gelmeyen kod dizinleri... Elimde olan tek şeydi bu. Tek şey... İlk defa ne yapacağımı bilmiyordum. Bana yol gösterecek kimse yoktu. Yolumu ben seçecektim. Ne kadar zor olsa da ilerleyecektim. Ne kadar zamanımı alırsa alsın, sonu ne olursa olsun sonuna kadar arkadaşlarımı ve kendimi bu yerden kurtarmak için çabalayacaktım. Amiral'in foyası ortaya çıkacaktı.
Odama gittim. Olanları düşündüm. Hayatın bana yaptıklarını. Halime gülmeye başladım. Şu yaşta 100 yaşındaki teyzeler gibi olmuştum. İçime onların taşıdığı şeyleri 1 haftada doldurmuştum. İçimde 100 yıllık acılar taşıyordum resmen. Kendimi yatağa attım. Ama uyuyamadım. Arkamı döndüm. O sırada Çilek geldi. Çok yorulmuş olmalıydı ki kendini yatağına attı. Yatak onun gücüyle gıcırdadı. Bu sesi hiç sevmezdim. Aynı dişinin gıcırdaması gibiydi. Ya da çatalın tabağa sürtmesi. Tüylerim diken diken olmuştu. Yorganımı iyice üzerime çektim. Aklıma yıllardır sarılarak uyuduğum maymunum geldi. Her gece ona sarılarak uyurdum. Küçükken ona maymuş derdim. Maymuş... Zihnimden konuşurdum hep onunla. Okulda olan her şeyi anlatırdım ona; Nisa ve Ela'nın didişmelerini, çim sahada yaptığımız su savaşlarını, boş derslerde çektiğimiz halayları, yaptığımız çılgınlıkları, beşinci sınıflara bulaşıp onlarla didişmelerimizi... Kısacası bütün güzel şeyleri. Artık hiç biri yoktu. Yoktu... YOKTU... HİÇ BİRİ YOKTU...
*****
Uyandığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Sabah olup olmadığı hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Gün ışığı yoktu burada. Karanlık vardı. Yalnızca KARANLIK...
Biz bu yaşadıklarımızı hak etmiyorduk. Hiç birini hak etmiyorduk. Yatakta doğrulup etrafa baktım. Çilek yatağında yatıyordu. Üstündekilere bakılırsa üstünü bile değiştirmemişti. Yüzüne sürdüğü bir ton makyaj beyaz yastığına bulaşmıştı. Makyaj yapmasa da gayet güzel bir kızdı Çilek. Acaba nasıl gelmişti buraya? Hayat ona ne yaşatmıştı da aşağılık bir adamın uşağı olmuştu. Ben ona bakarken sıçrayarak kalktı. Etrafa bakındı.
-"Ben böyle mi uyumuşum?" dedi uykulu bir sesle.
-"Evet" dedim.
-"Şu halime bak! Cadıya dönmüşüm. Gözaltlarım morarmış." dedi kendinden iğrenmiş gibi.
-"Kendini o kadar aşağılama. Makyaj yapmasan da gayet güzel bir kızsın." dedim.
-"Bunları beni avutmak için söyleme. Baksana bir saçlarıma, keçe gibi olmuşlar."
Ayağa kalkıp kendi banyosuna girdi. Bende duş alıp yatağımı düzelttim. Üstüme geniş, kapüşonlu bir sweetshirt giydim. Altıma da bir eşofman. Tabii ki ikisi de siyahtı. Saçlarımı toplamaya gerek duymadım ama kapüşonumu kapattım. Odamdan çıktım. Karnım bomboştu. Yine de arkadaşlarım Amiral'in esiriyken içimden yemek yemek gelmiyordu. Etrafı dolanmaya başladım. Burada yapılacak hiçbir şey yoktu. Silah odasının önündeki resimlere bakmaya başladım. Bir sürü fotoğraf vardı duvarda. Bazılarının üzeri çizilmişti. Bazıları kırmızı iplerle işaretlenmişti.
-"Resimler hoşuna mı gitti?" diye bir ses geldi arkamdan. Bir kıza göre fazla kaba konuşmuştu. Arkamı döndüm. Geçen gün buraya geldiğimde Amiral'in yanında olan kadındı arkamdaki.
-"Sadece geziniyordum." dedim.
-"Resimlerdekiler kim merak etmiyor musun?"
-"Hayır, merak etmiyorum."
Arkamı dönüp giderken arkamdan seslendi.
-"Hepsi Amiral'in öldürdüğü adamlar." dedi.
-"Bana ne?" dedim.
-"Düzgün konuşmayı bilmez misin se?"
-"Bilirim ya da bilmem. Bu seni ilgilendiriyor mu?"
-"Bak çocuk, benim sabrımı zorlama."
-"Zorlarsam ne olur?"
-"Hayatındaki en büyük hatanı yapmış olursun."
-"Ne kadar korktuğumu bilemezsin!"
-"Ya seni arkadaşlarınla tehdit etsem, benimle böyle konuşur muydun?"
Damarıma basmıştı kadın. Sinirli bir şekilde yüzüne baktım.Arkadan bir ses geldi. Bu ses Bulut'un sesiydi.
-"Maria ders başlayacak. Lütfen öğrencimi rahat bırak." dedi. Maria bana öfkeli bir bakış attı. Ben de ona karşılık gıcık bir şekilde gülümsedim. Kulağıma eğilip:
-"Bu sefer elimden kurtulmuş olabilirsin ama bir dahakine kutulamayacaksın !" dedi. Arkasını dönüp gitti. Biraz uzaklaşınca
gülmeye başladım.
-"Eğer biraz daha böyle davranırsan kendini öldürteceksin." dedi. Bunu biraz kızgın söylediği için gülmemi kestim.
-"Ölmek umurumda mı sanıyorsun? Zaten burada tutsak olmak yerine ölmeyi tercih ederim." dedim.
-"Sonra Amiral diğerlerini öldürsün öyle mi?"
-"Onlara bir şey yapmasın diye katlanıyorum tüm bu şeylere. Sırf onlara zarar gelmesin diye. Ama ben beni küçümseyeni görmezden gelmem!"
-"Her neyse, bir daha Maria ile böyle konuşma!"
-"Tamam ya. Bir daha böyle konuşmam." dedim. Konuşurken silah antrenmanlarının yapıldığı yere gelmiştik. İçerisi bomboştu. Bulut eline iki silah aldı. Birini bana uzattı. Utana sıkıla silahı aldım.
-"İçinde plastik mermi var." dedi.
-"Neden gerçek mermiyle çalışmıyoruz ki?"
-"Kendini yaralamamak için."
-"Sanki isteyerek kendimi yaralayacağım."
-"İsteyerek olmaz zaten. Silah göründüğünden daha güçlü bir alettir."
-"Bunu halledebilirim."
-"Tamam. Al şu kulaklıkları tak."
Gösterdiği kulaklıklardan bir tanesini aldım.
-"Amiral sizden ne istiyor?"
-"Çok şey istiyor."
-"Ne istiyor?"
-"Benim Tarhun'u, Nisa'nın da Halil'i öldürmesini istiyor. Yoksa hiç istemediğimiz şeyler olacak."
-"Ne? Bunu sizden nasıl isteyebilir?"
-"Tarhun bir silahı bile düzgün kullanamıyor. Onun boşluğunu bulmam gerekiyor ama adam sürekli birileriyle geziyor."
-"Evet, Tarhun tabancaları düzgün kullanamaz ama bıçaklar konusunda tecrübelidir. Ayrıca güçlüdür de. O yüzden ben öldüreceğim Tarhun'u."
-"Hayır. Amiral benden istiyor. Ben onu öldürmezsem Amiral arkadaşlarımı öldürecek. O yüzden güçlü olması ya da iyi bıçak kullanması önemli değil. Ayrıca senin gerçek kimliğin de ortaya çıkar."
-" Bırak ben öldüreyim işte. Gerçek kimliğimin ortaya çıkması önemli değil."
-"Önemli. Amiral seni öldürür. Zeyn gerçekleri yanlış bir zamanda öğrenir."
Bulut'un yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. Silahının tetiğini çekip ateş etti karşımızdaki panolara doğru. Mermisi bitene kadar ateş etti.
-"Bulut dur artık." diye bağırdım. "Sinirle hareket etmeyi bırak. Seni ilk tanıdığım halinden çok farklısın. Sen aklın ve mantığınla hareket edersin öfkenle değil. Öfken seni yanlışa götürür. Bu yanlışlar bizi tehlikeye atar. Onları tehlikeye atar, Zeyn'i tehlikeye atar. Anlıyor musun beni?"
Silahı masaya koydu.
-"İlk defa ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok! Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Aklım ilk defa çalışmıyor."
-"Aklıma bir şey geldi. Ne yapmamız gerektiği hakkında."
Merakla bana baktı.
-"Mahzenlerde nöbete onu koy. Ben de onun uyukladığı sıralarda onu sessiz silahla vurayım."
-"Bu kadar basit olacağını mı düşünüyorsun?"
-"Tabi ki anlattığım kadar basit olmayacak ama yine de işim kolaylaşacak."
-"Denenebilir. Yine de riskli. Tarhun silahını çıkardığın anda bıçağını sana veya başkalarına fırlatabilir."
-"O zaman sen önceden oraya git ve ona içecek götür. Nisa'dan uyku ilacı veya güçlü bir zehir isteriz. Sonuçta zehirle alakalı çalışmalar yapan birinin yanında. Eğer içine uyku ilacı katarsak kısa bir süre içinde uyur. O zaman da kafasına sıkarız. Ama eğer Nisa'dan zehir alırsak işimiz daha kolay olur."
-"Güzel plan ama öldürücü zehirler bir dolapta tutuluyor. Oranın anahtarı da bir tek Amiral'de var."
-"O zaman tek bir şansımız kalıyor."
-"Evet. Ama çok riskli."
-"Başka bir fikrin var mı?"
-"Ne yazık ki yok."
-"O zaman başka çaremiz de yok."
Bir süre silah çalıştık. Öğle arası saatinde Nisa'yı aramaya koyuldum. Onu yemekhanede buldum. Sanırım yemeklerin kötülüğüne söyleniyordu. Yemek alıp yanına oturdum. Yemeklerin kötülüğüne söylenmeyi bırakıp bana döndü.
-"Hoş geldin demek isterdim ama burası o kadar iğrenç ki diyemiyorum."
-"Demene gerek yoktu zaten."
-"Ne oldu? Tarhun'u öldürmek için bir şeyler buldun mu?" dedi sessizce.
-"Evet, ama yardımına ihtiyacım var."
-"Seve seve yardım ederim. Ama bir şartla, sen de bana yardım edeceksin."
-"Tabi ki."
-"Neye ihtiyacın var?"
-"Uyku ilacı ve mide bozan bir şey."
-"Sanırım getirebilirim. Uyku ilacını kolayca alırım ama mide bozan zehri alamayabilirim."
-"Uyku ilacı da yeterli."
-"Tamam. Akşam odama gel."
-"Sen süpersin!"
-"Teşekkür ederim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKELİ OYUN I - OYUNA HOŞGELDİNİZ
Novela JuvenilOn beş tatilinde ailelerinin okul var demesi nedeniyle okula giden öğrenciler okulda hiç ummadıkları bir şeyle karşılaşırlar. Okulda kaldıkları bir hafta boyunca, yatmak için sınıflarındaki sıraları birleştirip kendilerine yatak yaparlar. Bir gece...