Sekizinci Bölüm: Yok Oluş

33 13 21
                                    

İblis kral müdahale etmek istedi yaşananlara. Gözünün önünde öldürülüyordu ışığı, bir kere daha elinden alınıyordu aydınlığı. Amaris, kızın boğazını öldürmek için sıkarken sadece "Oyunbozanları öldür." diyordu. Bunu tekrar ediyordu. Ona yaklaşmaya çalışan başta Dion olmak üzere birkaç kişi vardı ama kızın etrafında görünmez bir duvar vardı sanki. Kimse yaklaşamıyordu. Larin ve Marvin her ne kadar kıza seslerini duyurmaya çalışsa da kızın tek duyduğu lotus çiçeği şekilli kolyesinden gelen seslerdi.

Amaris gözyaşları döküyordu, şuan yaptığı hiçbir şeyi yapmak istemiyordu. O istemese bile kehanette dediği gibi oyunbozanları yok ediyordu. "Oyunbozanları öldür." cümlesi yavaş yavaş af dilenmelere dönüştü. Amaris boğazını sıkı sıkı tuttuğu güzel kızdan özürler diliyor ve ağlıyordu. Görünmez duvar Dion tarafından aşılmaya çalışılıyordu ama faydasızdı. Çırpınışları yavaşlayan Helena son nefesini verirken sadece "Dion..." diyebildi. Dion'un aklından hiç çıkmayacak şeylere bir şey daha eklendi.

Dion, Helena'nın nasıl gözleri açık öldüğünü ve ona yardım dilenir gibi attığı bakışları asla unutmayacaktı. Amaris, Helena öldüğünde onu bıraktı. Hala ağlıyor, af dileniyordu. "Yemin ederim ben yapmadım!" diye bağırıyordu. "Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim..." kız ona bağırmaya devam eden kolyesinin etrafını sanki sesini susturabilecekmiş gibi eliyle sardı. Boynundan koparıp atmak istedi ama kolye kopmadı. Kızın karanlık kaderi nasıl ona bağlandıysa, bu kolye de öyle bağlıydı.

Kız hiçbir şeyi algılayamıyordu şuurunu kaybetmiş gibiydi. Özürleri son buldu bir zaman sonra. Gözleri, gözbebeği yokmuşçasına siyaha bürünmüştü. Kız ayağa kalktı. Söylenen hiçbir şeye cevap vermiyordu, kimse ona yaklaşamıyordu. Larin ve Marvin orada durmuş hayretle izliyor ve kızı kendine getirmeye çalışıyorlardı. Ama nafileydi. Kız Helena'nun ölü bedeninin yanından uzaklaştı. Gitmesi gereken başka bir yer vardı. Dion hemen Helena'nın yanına gitti, onun açık kahverengi gözlerini elleriyle kapattı. Kızın boynu morarmıştı. Beyaz teni daha da solmuş, morluklar daha çok belli olmuştu.

Dion giden Amaris'ten intikam almak isterdi ama yapamayacağını hissetmişti. Helena'yı kurtarmaya çalışırken hissettiği büyü gücü ona bile o kadar güçlü gelmişti ki Dion bile bir saniyeliğine arkasına bile bakmadan kaçıp uzaklaşmak istemişti. İçindeki sinir kucağına aldığı cansız bedene baktıkça üzüntüye dönüyordu. Herkes kaçmıştı. Marvin ve Larin giden Amaris'in peşinden gitmişlerdi. Dion ortak sarayda yapayalnız bir şekilde gözyaşlarını durdurmaya çalışarak baktı Helena'ya. Özür diledi ve anlına bir öpücük kondurdu kızın. Eğer hayatta olsaydı Helena ne kadar da mutlu olurdu bu öpücük için. Bunu düşününce ister istemez hüzünlü bir gülümseme belirdi Dion'un yüzünde.

"Siz seviyorsunuz aslında beni." dedi Helena dalga geçen bir ses tonuyla. "Öyle mi?" diye sordu iblis kral. "Hm hm," diyerek onayladı Helena. "Basbayağı seviyorsunuz," dedi. "İblisleri tanıman için kaç yıl daha burada kalman lazım Helena?" dedi Dion gözlerini devirerek. Elbette Helena'ya değer veriyordu, sadece söylememeyi tercih ediyordu. "Bana gerçeği söylemeniz için daha birlikte kaç yıl geçireceğiz Kralım? Neden kabullenmiyorsunuz, çocuk gibisiniz!" dedi Helena. İblis kaşlarını kaldırdı. "Ben senin en az on katın yaşındayım küçük hanım."

"Erkek değil misiniz, yüz yılda geçse hep çocukluk hep çocukluk!" dedi Helena şakayla.

"Helena?"

"Efendim, kralım?"

"Dilin çok uzamadığında seni daha çok seviyorum." dedi Dion korkutucu bir gülümsemeyle.

"Yani dilim uzun olduğunda da içinizde bana karşı sevgi var?" dedi Helena istediği bilgiye almanın verdiği gururla. Dion kızın cümleye bakış açısına gülümsemeden edemedi.

Diğer bir tarafta Amaris kaybolmuştu. Larin ve Marvin bir yerden sonra onun olağanüstü hızına yetişememişti. Amaris'in nereye gittiğini yarın öğreneceklerdi ama artık her şey için çok geç olacaktı. Larin ve Marvin her yerde Amaris'i ararken onlara Lenora da katıldı. Çünkü sonsuzluğa ulaşmanın yolu Amaris'ten geçiyordu  ve Lenora hedefine bu kadar yakınken vazgeçmeyi aklından bile geçirmezdi.

Herkes Amaris'i ararken sabahı ettiğinde en sonunda buldukları şey bir ceset daha oldu. Bu sefer ki ceset perilerin kraliçesi Ella'ya aitti. Kanatları vahşice koparılmış, kalbine perilerin sarayından alınan rastgele bir bıçak saplanmıştı. Karşılık verdiğine şüphe yoktu ama hazin bir yenilgiye uğramıştı. Odasındaki masada günlüğü açıktı ve açık olan gün için yazılan tek şey "Sensin bu diyarın gözde yalancısı, ikinci oyunbozanı. Ama unutma, kimse almaz oyuna bir oyunbozanı. Yalnız kaldığında anlayacaksın hatanı. Eğer bir daha oynamak istiyorsan bırakmak zorundasın yalanları." olmuştu.

Amaris ortalarda yoktu ama Lenora bu okuduklarının Ella'nın kehaneti olduğunu anlamıştı. Daha kaç kişinin kehaneti vardı? Bilmiyordu. Amaris'in şimdi nerede olduğunu da bilmiyordu. Yok edilen tek şeyin perilerin kraliçesi olduğunu sanarak çok yanılıyordu oysa. Geriye peri krallığından hiçbir şey kalmamıştı. Kutsal ormanlar yakılalı çok olmuştu. Ella hak ettiği cehennemi hem krallığına taşımış hem de orayı boylamıştı. Ve bu doğanın bile tamir edemeyeceği kadar büyük bir hasardı.

Artık cadıları dengeleyecek türün etkisi kalmamıştı. Bunun tek bir anlamı vardı: yok oluş. Denge yok olduğunda doğanın yapacak bir şeyi kalamaz hale gelirdi. Yok olan Tanrıça yerine sonsuzluğu birine bahşetmişti, evet. Ama bahşettiği güç zaten var olan bir şeydi. Yeni bir güç yaratmak doğanın yapamayacağı bir şeydi. Doğa Tanrıça yerine kullar yaratırdı, kaderler çizerdi ama bunu yapamazdı. Artık bu diyar için çok geçti. Burası sondu, geri dönüşü olmayan bir son. Ve bunun suçlusu sözde kurtarıcıydı, Amaris'ti.

Artık kimse bilmiyordu, ne yapılması gerektiğini. Ama son bir konuşma, belki son bir arayış için hepsinin birleştiği yer gene ortak saray oldu. Tanrıça öldüğünde, Helena ve Ella öldürüldüğünde, diyar yok oluşa sürülenirken hep bu saraydalardı. Oysa bu saray ortak eğlenceler için yapılmıştı, ortak mutluluklar, ortak zevkler için.

Amaris kendine geldiğinde bir nehrin kenarındaydı. Şuuru sonunda geldiğinde sadece "Ben ne yaptım?" diye sordu kendine. Kan içindeki ellerine baktı. Çığlık çığlığa, hüngür hüngür ağladı o nehrin yanında. Su ona yardım etmeye karar verene dek, orman ona bir çözüm sunana dek.

SONSUZLUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin