Efendinin karşında iki büklüm kalan Minho, yalvararak ağlayan annesine bakıyordu. Kadın oğlunun yediği haltlar için onu sonra paylayacaktı, şimdi canlarını kurtarması gerekiyordu. 19 yaşına yeni basmış oğlu, yaşadıkları evin sahibinin oğlu ile ağırda basılmıştı ve cezaları belliydi. Ya evden atılacaklardı ya da efendi sinirlenip oğlunu öldürecekti. Öldürülmek daha iyi bir seçenek geldi kadına. Çünkü evden atılırlarsa ne yapacaklarını bilmiyordu.
"Efendim lütfen, yalvarırım. Ne derseniz yaparım. Tüm suç oğlumun, efendim lütfen affedin bizi. Her şeye razıyım, lütfen göndermeyin bizi. Lütfen"
Sonlara doğru sesi kısılmıştı kadının. Kocası ölmeseydi, ah kocası burada olsaydı. Minho biraz daha akıllı olsaydı. Öfkeyle efendinin oğluna göz attı. Çocuk kafasını eğmiş bekliyordu. Onun yüzündendi. Bu çocuğu hiç sevmemişti, şimdi onun yüzünden evlerinden olacaklardı.
"Ha, bir de yalvarıyorsun. Oğlun orospuluk yaparken niye uyarmadın o zaman. Nereye giderseniz gidin. Beni ilgilendirmiyorsunuz."
"Nereye gideriz, kocam yok. Nereye gideriz?"
Kadın artık hıçkırarak ağlıyordu. Tam o an karar verdi. Bir daha ne olursa ağlamayacaktı böyle. Bu acizliği bir daha yaşatmayacaktı kendisine.
"Baba, onların bir suçu yok. Ben öptüm Minho'yu. Ben suçluyum. Baba!"
Efendi Han'ın umrunda bile değildi. Minho'ya kitlenip kalmıştı. Bu aşağılık maraba parçası oğluyla nasıl fingirdeşebilirdi?
"Sus ulan. Kes sesini. Gidiyorsun sen buradan. Belli oldu yalvarmalarında. Orospunu alacaktın demek yanına."
"Baba -"
"Baba! Benim bir fikrim var. Jisung zaten gidecek. Bunları ise tarlaya gönderelim. Hem gözümüzün önünde olurlar hem de cezalarını çekerler."
Efendi büyük oğlunun dedikleriyle sırıttı. Aklına yatmıştı bu plan. Onları gönderirse Jisung'un peşine takılabilirlerdi. Ama böyle istediği işkenceyi yapardı bu ana oğula.
"Kabul, tarlada başarılar Bayan Lee!"
Tükürürcesine söylenen sözler kadını kendine getirdi. İçinden bildiği tüm lanetleri okudu adama. Sonra da gülümsedi. En azından burada kalacaklardı, tarla umrunda değildi.
Minho ise ağlayarak sevdiğine bakıyordu. Hayalleri 5 dakika sürmüştü. Hayatı mahvolmuştu, Jisung'u kaybetmişti. İki buçuk senesi zehir gibi geçecekti.
-
"Hadi bakalım aslan oğlum benim. Yatmış mı yatağına. Ablan uyudu Jeong. Sende uyu hadi."
Kapadı gözlerini hemen küçük olan. Rüyasında annesini görürdü belki.
Chan buruk gülümsemesiyle uyku lambasını yaktı. Robot gibiydi, ne derse onu yapıyordu oğlu.
Yatak odalarına girdiğinde kokuyu içine çekti. Minho kokmuyordu artık. Dağınıktı, alacağını alıyor ve çıkıyordu. Minhosuz yatmak zor olacaktı. Kıyafetleri ittirerek yatağa uzandı. Tam uykuya dalarken gürültülere uyandı. Devrilme ve kapı sesleri vardı. Sonra odasının kapısı açıldı. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş Jeongin koşarak yatağa geldi. Hıçkırıyordu, yaşlar peşi sıra düşüyordu fakat bir kelime bile çıkmıyordu.
Chan oğlunu koynuna aldı, Minho'nun hep söylediği ninniyi söylemeye başladı. O sırada kapıda Hiwa belirdi. Chan oğluyla kaydı yatakta. Hiwa da yattı. O gece üçüde uyumadan dışarıda yağan karın ve yağmurun sesini dinlediler.
-
Tarla çok zorluyordu Minho'yu. Başlayalı yedi sekiz ay olmuştu ancak zordu işte. Jisung yoktu, o babasının zoruyla hayallerini yaşamaya gitmişti, ikisinin hayallerini. Cezalarını ise Minho çekiyordu, tarlaya gidiyor, çiftlikte yapılacak ne kadar zor iş varsa annesiyle birlikte yapıyordu. Bir de aşağılanıyordu. Minho'nun umrunda değildi ancak Bayan Lee'ye aşağılanmak zor geliyordu. Tüm işi yapabilirdi aşağılanmak yerine.
O günse ayrı bir telaş vardı. Efendinin büyük oğlu Minho'yu kenara çekti.
"Ortalıkta gezmeyeceksin bugün. O annene de söyle. Jisung geliyor. Seni görürse öldürürüm seni. Ki görse de bir şey olacağını sanmıyorum ya. Kardeşimin biraz aklı varsa şehirde kendine senden daha iyilerini bulmuştur."
Minho sinirleniyordu. Abisi onun Ji'sine bir gram bile benzemiyordu. Jisung onu unutmazdı. Yine de karşısındaki bu adama kafa sallamakla yetindi. Ne de olsa gizli saklı Jisung onu görürdü. Minho bundan emindi.
-
Jisung çiftliğe girdiği andan itibaren orada çalışan herkes çocuğun değişimine hayretler içinde baktı. Belki yedi, sekiz ay olmuştu gideli ama o küçük çocuktan eser yoktu. Saçları uzamış, omuzları genişlemiş, yakışıklı bir delikanlı olarak dönmüştü şehirden. Minho sevgilisini gördüğü beş dakikada nefesi kesilmişti. Abisinin dediklerinin doğru olduğunu düşündü bir an. Jisung bu haliyle Minho'dan daha güzellerini bulabilirdi.
Jisung ise Minho'nun nerede olduğunu bile sormadan çiftlikte dolanıyordu. Unutmamıştı, nasıl unutabilirdi ancak başlarını derde sokmanın da gereği yoktu. Jisung gelip babasına değiştiğini gösterecekti ve böylece çiftliğe daha çok gelecekti. Daha sonra ise Minho'yu buradan kurtaracaktı. Planı şehire onu bırakıp gittikleri ilk anda yapmıştı. Hem işleri de iyi gidiyordu. Okuduğu okulu çok sevmişti. Gitar çalmayı öğrenmişti. Sesi zaten güzeldi, bir kafede hem çalıyor hem söylüyordu. Kendi şarkılarını yapmaya bile başlamıştı. Babasının gölgesinden kurtulduğu ilk anda Minho'yla uzaklaşacaktı buradan.
-
O gün gerçekten de göremediler birbirlerini. Ancak Jisung gece yarısı Minho'nun kaldığı odadaydı. Bayan Lee'ye iş çıkartmak zorunda kalmıştı sevdiğini görmek için. Sımsıkı sarılmış bir şekilde oturuyorlardı. Minho'nun bir kulağı hep dışarıdaydı ama Jisung'u da bırakamıyordu.
"Niye bu kadar bekledin ki gelmek için?"
"Okulun tatil olmasını bekledim. Hem de çalışıyorum. Seninle yaşayacağımız hayata hazırlanıyorum Min. Beklemeye devam et lütfen. Az kaldı gerçekten."
Saçlarını okuşuyordu Minho'nun konuşurken. Minho ise mayışmıştı. Jisung'un kokusu, konuşması uykusunu getirmişti. Aylar sonra Jisung'un yanında olması içini huzurla doldurmuştu.
"Beklerim sevgilim yeter ki gidelim. Beklerim."
"Beklerim sevgilim. Yeter ki uyan."
-
İrkildi Minho. Gördüklerinin arasına başka bir ses karışmıştı. Kim olduğunu çıkaramamıştı, ancak tanıdık gibiydi. Yine de gözlerini açmadı. Ki gözleri dolu olan Chan da fark etmemişti Minho'yu. İçinden dua ediyordu sadece. Çocukları anlatmaya gelmişti buraya ancak Minho'yu gördüğünden beri anlamsız şeyler fısıldıyordu. Ses tanıdık olsa da Jisung'un sesi değildi bu. Minho Jisung'un sesini duymak istiyordu.