Çok sıcaktı hava. Minho'nun alnından terler süzülüyordu. Yüzünü güneşe çevirdi, sıcağın azalacağı yok gibi duruyordu. Ağustos'un ortasında annesiyle birlikte tarladalardı. Annesi ile on, on beşe yakın insan vardı. Öğle arası olduğunu söyleyen başlarını duyduğu gibi tarlanın ortasındaki ağaca ilerlerdi. Çapa yapmaktan, ot yolmaktan elleri parçalanmıştı. Hemen çıkıdan yemeklerini çıkardılar. Kimse konuşmuyordu, efendileri küçük bir ses duysa hepsini paylardı çünkü.
Sıcak daha da artarken Minho annesine döndü. Fısıldıyordu.
"Çok yoruldum. Ne zaman bitecek?"
"Daha olduğunu biliyorsun Min. Yapacak bir şeyimiz yok. Buradan ayrıldığımız anda-"
"Biliyorum evet, anne biliyorum. Yirmiyi geçik senedir buradayız. Ayrılamayacağımızı biliyorum."
"Baban bu çiftlikte öldü."
"Ha, bende bu çiftlikte öleceğim!"
Başlarda fısıldayarak konuşmaları bağırışmalara dönmüştü bile. Başlarındakinin dikkatini çektiğini fark ettiğinde güneş yanığı olan suratı daha da kızardı.
"Evet, Minho. Ölümün benim elimden olacak şimdi. Gerizekalı!"
Annesi ile seslerini çıkartamıyorlardı. Annesi korkuyordu, eskisi gibi sağlam değildi burada yerleri. Ancak ayrılırlarsa nereye gideceklerini de bilmiyordu.
Aslında çiflikte her şey güzeldi. En başlarda. Kocası bu çiftlikte çalışıyordu, atlarla ilgileniyordu. Minho'nun annesi Minji bu çiftliğe gelin gelmişti, Minho'ya burada hamile kalmıştı, Minho bu çiftlikte doğmuştu. Kocası hastalana kadar her şey harikaydı. Başka çocukları olmamıştı, onlarda tüm hayatlarını Minho'ya adamışlardı. Kocası hastalandıktan sonra, kanser olmuştu ve çok geçti, çiftlik onlara cehennem gibi gelmeye başladı. Çok kısa sürede de Minho'nun artık bir babası yoktu. Kocası öldükten sonra terk etmeliydi Minji bu çiftliği. Ancak Han çiftliği yuvasıydı, oğlunun da yuvasının olacağını düşünüyordu, şimdiyse tarlalarda sürünüyorlardı, onları kovmasınlar diye oradan oraya sürükleniyorlardı. Her şey Minho ile efendinin küçük oğlunun ağırda basılmasıyla başlamıştı.
-
Chan yoğun bakımın önünü evi yapmıştı. Kazanın olduğu günden beri 4 gün geçmişti. Bayan Lee gelmiş, çocukları eve götürmüştü ancak çocuklar evde ancak 2 saat durabiliyorlardı. Hiwa çökmüştü, Jeongin ise uykusunda bile ağlıyordu. Bayan Lee ise huzursuzdu. Sanki oğlu uyanmasa daha iyi olacak gibi hissediyordu, içi sıkıntıyla doluyordu. Oğlunun tam mutlu olduğunu düşündüğü anda nereden çıkmıştı bu diye düşünüp duruyordu.
Chan derin bir nefes aldı. Doktor Seo yanına geliyordu.
"Merhaba Chan."
"Neden uyanmıyor?"
Doktor gülümsedi. Chan'ı senelerdir tanırdı.
"Bilmiyorum, biz elimizden gelen her şeyi yaptık. Chan biliyorsun, bazen hastalar uyanmak istemez."
Bazen hastalar uyanmak istemez. Çok acıydı, bu cümleyi kocası, hayatı için duymak çok acıydı.
"Minho'nun yanına girebilir miyim Changbin?"
-
"Merhaba, aşkım. Çok özledim seni."
"Merhaba, Minhom. Çok özledim seni."
"Uyansan mı artık hım? Güzel gözlerinden mahrum kaldım kaç gündür? Annen de geldi. Hadi güzelim uyan artık."
"Jisungum, gelmişsin. Çok özledim. Ohh, gerçekten çok özledim. Gitme bu kadar uzun bir daha. Zaten zor burada olmak. Bir de sensizlik."
Chan, Minho'nun başında sargılı başına bakarken, Minho anılarının arasında geziyordu. Kapatamadığı kırıkları, acıları arasında. Doktor Seo doğru söylüyordu, Minho gerçekten uyanmak istemiyordu.
-
"Ji, gitme bu sefer olmaz mı?"
"Minho, gitmesem de ne fayda ki? Görüşmemize izin veriyor mu ki sanki? Sen gel benimle, lütfen. Gidelim buralardan."
"Annemi bırakamayacağımı biliyorsun."
Jisung, efendinin küçük oğluydu. Minho'nunsa ilk arkadaşı, kardeşi, aşkı, belki ailesi. Jisung, Minho'nun her şeyiydi.
Aralarında bir yaş vardı ancak bir yaşı umursamıyorlardı hiç. Jisung ailenin en küçüğüydü, 2 ablası bir abisi vardı ancak onlar çok büyüklerdi. İki ablası evlenip gitmişti. Abisi ise babasının aynısıydı, çiftlikte kök söktürüyordu herkese. Annesi ise Jisung'u doğururken ölmüştü. Minho olmasaydı, koskoca çiftlikte Jisung bir başına kalırdı.
Öyle ya da böyle bir şekilde büyüdü ikiside. En yakın arkadaşlardı bir süre. Daha sonra aşık olmuşlardı birbirlerine. Gizli saklı iyi gidiyorlardı. Mutlulardı. Minho ağırda atlarla ilgilenirlen Jisung yanına gelir, orada zamanlarını geçirirlerdi. Herkes arkadaş bildikleri için de sorun olmuyordu hiç. Efendiyse memnun değildi ancak Jisung uslu durduğu sürece sıkıntı yoktu. Yeterki ayağının altında dolaşmasındı.
-
19. yaş gününde Minho yine ağırdaydı. Atları beslerken aynı zamanda da ona bir sürprizi olduğunu söyleyen sevgilisini bekliyordu. Kendi kendine şarkı mırıldanırken Jisung içeri girdi.
"Min!"
"Sürprizimi söyle nolur!"
Jisung kahkahalarla güldü buna. Dayanamayacağını biliyordu Minho'nun. Babasından çekinmese Jisung'un peşinde bile gezerdi.
"Minho, hala üniversiteye gitmek istiyor musun?"
Minho'nun gözleri büyüdü. En büyük hayaliydi. Üniversite okumak için şehire gidecekti, babası ölmeseydi. Ancak babası öldükten sonra annesini burada yalnız bırakamamıştı. Geçen sene okulu bittiğinden beri çiftlikte tam zamanlı olarak çalışıyordu. Jisung ise okulu bu sene bitiriyordu, babasını ise ikna etmişti. Minho'yu kendiyle beraber götürecekti. Minho ona göz kulak olacaktı, rahat olacaklardı.
"Şaka yapma Jisung. Bunun olmayacağını biliyorsun. Annemi bırakamam. Bıraksam bile nasıl olacak ki?"
"Annene bir şey olmayacak aşkım. Gideceğiz buradan. Babamla konuştum. Tamam dedi. Doğum günü sürprizin buydu işte. Gidiyoruz. Ben harika bir şarkıcı olacağım, sen de veteriner olacaksın, çok mutlu olacağız, anneni de alırız sonra. Minhom!"
Minho ağlıyordu. Hayallerini gerçekleştiriyordu sevgilisi. Koşarak atladı üstüne. İkisini yere düşürdü, çevresini düşünmedi bile. Jisung'un dudaklarına kapandı. Çıkan sesten dolayı ağırın çevresinde gezen Jisung'un abisinin içeri gireceğini düşünemedi bile.
-
"Uyuyor Hiwa. Dışarıdan gördüğünüzle aynı."
"Baba lütfen, 5 dakikacık görsek. Belki bizi duyunca uyanır. Lütfen baba."
Hiwa burnunu çekti tekrardan. Chan Minho'nun yanından çıktıktan sonra eve dönüp Bayan Lee'ye Minho'nun durumundan bahsederken Hiwa girmişti salona. Annesini uyandıracağını düşünüyordu. O olamazsa Jeongin uyandırırdı.
"Yarın gittiğimde sizde gelirsiniz. O zaman düşünürüz. Uyumak ister misiniz? Git kardeşini getir. Büyük yatakta yatalım beraber."
"Annems-"
"Hadi Hiwa."
Hiwa o gece odaya gelmemişti, ki Chan'da yataklarına gidememişti. Jeongin ile oturma odasındaki koltukta uykuya daldılar.