Chan, yatak odasında yastıklara sinmiş Minho'nun kokusu ve iki kolunun altında yatan çocukları ile gözünü kırpmadan tavanı izliyordu. Hala Minho'nun onların yanından geçip Jisung'u dışarı çıkardığı sahne gözlerinin önünde dönüp duruyordu. Aşağıdan bazı sesler gelse bile Hiwa'nın ağlamalarından dolayı hiçbir şey anlayamamıştı. Şimdi kızı biraz sakinleşmişti, soluk alıp vermeleri de düzenli hale gelince uyuduğunu anladı Chan. Jeongin ise odaya girdikleri gibi uyuyakalmıştı.
Minho, yatak odasının kapısının önünde içerinden ses gelip gelmediğini dinlemeye çalışıyordu. Uzun süre ses gelmeyince yavaşça kapının kolunu aşağı doğru indirdi ve kapıyı açtı. Chan yatağın tam ortasına yatmış ve çocuklarını iki yanında uyur şekilde buldu. Kazadan önce o da bu tabloda yer alırdı, genelde Jeongin ona yapışırdı, bir diğer yanında ise Chan yatardı. Hiwa ortalarında nefes alamadığını söyleyip Chan'ın bir diğer tarafında yatardı.
Dolu gözleri ile odada sadece ayın ışığı ile görünen suratları izledi Minho. Chan, kocasının odaya girdiğini anlayıp hemen gözlerini kapamıştı ama Minho'nun gitmeyeceğini anlayınca dayanamayıp gözlerini açtı.
"Uyumuşlar."
Chan cevap vermedi.
"Sen neden uyumadın?"
Minho, yine cevap alamadı. Chan öylece yüzüne bakıyordu. Cevap alamayacağını anlayınca kafa salladı, demek ki Chan onu şuanlık istemiyordu, zorlamamaya karar verdi. Odadan geldiği gibi yavaşça çıkıp kapıyı arkasından kapadı. Aşağıya indiğinde annesi ortalıkta yoktu, odasına çekilmiş olmalıydı. Evin içerisinde biraz dolaştıktan sonra salona gidip kanepenin üzerine uzandı ve üzerine hiçbir şey örtmeden gözlerini kapadı.
Sabah annesinin mutfakta çıkardığı seslerle uyandı Minho. Başı feci ağrıyordu, bir şeyler yiyip ilaç içmek için mutfağa doğru gitti. Ancak annesi tek değildi, o hariç tüm aile sofraya oturmuş kahvaltı ediyorlardı.
"Ah, Minho uyanmışsın."
Kimse onu kaldırmaya tenezzül bile etmemişti demek, yine de alınganlık yapmamaya karar verdi Minho. Boş bulduğu bir sandalyeye oturdu ve çocuklarına kocasına günaydın dedi. Cevap alamadı.
"Baba, bugün öğretmenim geçen sınavdan yüz aldığım için bana bir hediye verecekmiş. Hemen okula gitmek istiyorum!"
Minho, kendisine cevap vermeyip babasına doğru konuşan oğlu ile gülümsedi. Aylar geçmişti ama Jeongin hala aynıydı, heyecanlıydı. Oğlunun kazanın travmalarını taşıdığı belli oluyordu fakat çocuksu heyecanını da kaybetmemişti.
"100 mü aldın, aferin sana!" dedi Minho en azından oğlu ile iletişim kurabilmek için. Jeongin sadece suratına baktı annesinin, sonra da tabağındaki son lokmayı ağzına tıkıştırıp sofradan kalktı. Minho derin bir nefes alıp kızına döndü bu sefer, çökmüş ve asık yüzü ile öylece bir yere dalmış tabağındaki zeytinler ile oynuyordu.
"Hiwa, sen na-"
"Ben odama çıkıyorum baba. Eline sağlık büyükanne."
Evet, Minho bu tepkileri bekliyordu. Ama yine de üzülüyordu işte. Kalbi kırılmıştı, kimse onu istemiyordu. Hiwa'nın gidişini dolu gözleri ile izledikten sonra masadan kalktı o da. Chan'ın kendisi ile konuşmayacağını biliyordu. Annesiyse kızmaktan başka bir şey yapmıyordu. Chan kocasının kalktığını fark etse bile istifini bozmadan kahvaltısını yapmaya devam etti. Jisung'u buraya çağırırken kalbi dün geceki kadar kırılmamıştı Chan'ın. Minho, onların yanından geçip Jisung'a gitmişti. Bunu unutabileceğini sanmıyordu.
Minho salona doğru giderken Chan'ın sesini duydu.
"Anne, işteyken çocuklara sahip çıkarsın. Hiwa da evde bugün, gitmek istemedi. Gitmesin de zaten."