"Herkes hoş gelmiş, iyi gelmiş! Benim canım misafirlerim. Evimin küf kokmuş duvarlarına neşe kattığınız için size ne kadar teşekkür etsem az."
"Bazı şeylerin çaresi neşe değildir güzel abim.Bu eve fiziki bir bakım da lazım. Neyse, hoş bulduk." dedi James.
Redneck Alex'in sıcak karşılamasını normal karşılayan ekip onlar için hazırlanan kahvaltı masasına oturdu.
"Buyurun İdil hanımcığım. Buyurunuz Bleta hanımcığım. Gençler, siz de oturuverin. Kuzenim Chris, sen de yeni gelen dostlarımıza selam vermeyi ihmal etme."
"Hoş geldiniz gençler."
Ekip hep bir ağızdan 'hoş geldik' dedikten sonra kuş sütü eksik olan kahvaltı masasına sanki hepsi tek bir beyinden yönetiliyormuş gibi aynı anda dalarak yemek yemeye başladılar.
"Ooo gençler bu organize hareket etmenizi neye borçluyuz böyle? Yoksa komunist mi oluyorsunuz giderek... Hahaha-hahaha."
"Açız abi hem de çok! Aç olmamıza borçluyuz." dedi David.
"Uykucu Fırat uyanmadı mı redneck bey? Bu arada fark ettiyseniz bu soruyu benim sormam değil İdil'in sorması lazımdı." hınzırca bıyık altından güldü Bleta.
"Elini yüzünü yıkıyordu birazdan gelir."
"Hoş geldiniz arkadaşlar."
"Sana da günaydın Fıratçığım..."
Fırat, Bleta'ya yalnızca gülümsemişti. Hala uykusu olduğu görülen Fırat gözlerini kaşıyarak kahvaltı masasına oturdu. Bir yandan da gözlerini İdil'den alamıyordu. Onu çok özlediğini ansızın fark etmişti.
"Naber fıstık?" diye fısıldadı İdil'e doğru.
"Ben iyiyim. Sadece şu son günlerde aklımda garip bir şekilde James'in soygun anına tanıklık etmesi var, o kadar."
"Hangi soygun anıymış bu?" diye sordu masanın öbür ucunda oturan Chris.
Yuvarlak ahşap masanın etrafındaki bütün gözler James'e çevrilmişti fakat buna rağmen James yediği çilek reçelini bırakıp konuşmaya hiç niyetli değildi. Eliyle 'bir dakika' işareti yaptıktan sonra afiyetle reçeli yemeye devam ettiği görülen James eş zamanlı çalan telefonunu bir hışımda açarak nihayetinde yemesine ara vermişti. Bu sefer de masalarla değil telefondaki şahıs ile konuşuyordu.
"Evet." Kafasını garip bir şekilde salladı.
"Senin nereden haberin oldu, ahbap?"
Bu kez de şarkı mırıldanarak gözlerini Bleta'ya dikmişti. Bleta'da sadece gülümsemekle yetinmişti.
"Evet yaa, başıma öyle bir talihsizlik geldi... Dur, sorma şimdi Abel. Telefonu hoparlöre alıyorum. Olan biteni Chris'e de anlatacağım. O da duysun."
"Şimdi Chris'ciğim... Şimdi Abel'ciğim... Ben bakkala içecek almaya gitmiştim Vegas'ta! Derken üç tane eli silahlı soyguncu bakkala girmesin mi! Klişe cümlelerini kurdu bunlar işte şey dediler bu bir soygundur paranı çıkar diye. Sonra da..."
"Silahlarının markası neymiş acaba?"
"Şimdi konumuz bu mu Alex bey?" diye sitem etti İdil. Fırat, İdil'in omzuna elini attı ve ikili tam da o sırada aşık aşık bakışmaya başlamıştı.
"Evet sonra da... Dur şimdi bir dakika masada aşk yaşayan iki kişi var! Yok canım, bunlar tek başına yaşamıyor aşklarını karşılıklı. Ben ne diyordum? Heh Chris, sen de duy canım. Ortadaki adam ben Bob Lazar'ım dedi. Ne absürt bir isimse artık. Hayır yani nam salmaya mı çalışıyor nedir?! Bunu sen ve ben bilemeyiz, Abel'ciğim. Evet biz sıradan insanlarız dostum. Gayet tabiii."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşteki Gölge
Adventure51 Area'da.... Bir yer altı dünyası girişinde. Garaj kapağı açıldı. Şaşkın gözlerle içeriyi süzen ekip, belli bir müddet konuşmaya cüret edemedi. Hipnoz edilmiş gibi yalnızca Adrian Anderson'u takip ettiler. Personel müdürü önde onlar arkada ilerliy...