27. Bölüm: ÇATI

102 12 38
                                    

Sabah uyandığımda kapının altındaki kana baktım. Korkutucu şekilde fazlaydı. Sakinliğimi korumaya çalışarak kapıyı açtım. Her yer kandı. Tavanda bile kanlı el izleri vardı.

İleri doğru adım atacaktım ki yan taraftan birinin ince sesiyle attığı çığlıkla geriye düştüm. Boynumu kesmişti.

Telaşla etrafıma bakarken Narae'yi gördüm. Yaralanmıştı ve Wong'u koruyordu. Wong'a daldığım için yan taraftan gelip omzuma pençesini geçiren kişiyi görmemiştim.

Acıyla inleyerek ayağa kalktım ve onu aramaya başladım. Çok hızlıydı. Arkamdan gelip karbugama attığı tekmeyle kan gölünün içine düştüm. Üzerime eğilen kötü ruha baktım. Gülümsedi. "Dayan Ari." 

Korkuyla gözlerimi açtığımda Narae "Ari elindeki bıçağı bırak." diyerek ağlıyordu. Elime baktım. Bıçağın keskin tarafını sıkıyordum ve elimi kesmişti.

Bir dakika ben buraya nasıl geldim?

Ben uyur gezer değildim. İlk defa oluyordu.

Elimdeki bıçağı bırakıp korkuyla bana bakan avcılara baktım. "Ben... İyiyim. Bir şey yok. Ciddi bir kesik yok." diyerek odama gittim. Kapıyı kapatıp yatağıma baktım. Topluydu. Yatıp uyandıysam nasıl olabilirdi?

İyi değildim. Halisünasyon gördüğüm yetmezmiş gibi birde uyur gezerlik çıkmıştı başıma. Yüzümü yıkayıp elimdeki yarayı sardım. Acımıyordu ama bir yere çarparsa kanardı tekrardan.

Jeokbong kapımı çalıp içeri girdi. "Yemek yiyeceğiz. Hadi gel."

"Ben gelmeyeceğim. İşim var. Size afiyet olsun." diyerek saçımı düzleştirmeye başladım.

Jeokbong saçını karıştırarak "Hana'nın dediklerine moralin bozulmasın." dedi.

"Hayır, sıkıntı değil dedikleri. Haklıydı. Dövüşürken sadece kötü ruha odaklanmalıydım. Her neyse..."

"Peki. Sonra görüşürüz."

Jeokbong odadan çıkınca hemen saçımı düzleştirip üzerimi değiştirdim.

Hava soğuk olsa da güneşliydi. Bu yüzden şapkamı takıp dışarı çıktım. Eski okulumun çatısına çıktım. Rüzgar esiyordu ve saçlarımı bozuyordu. Rüzgar bile benim huzur bulmama karşı!

Güneş kaybolunca şapkamı çıkardım. "Halledeceğim. Her şeyi kendi başıma yapabilirim."

İç çektim. "Normal biri olmak isterdim. Avcı değil. Sıradan biri. Annemin uyandırmasıyla oflayarak hazırlanıp okula gitmek isterdim. Okuldan sonra eve gelip annemin sıcacık yemeklerini yemek isterdim. O sıradan hayatı istiyordum. Sayısal derslerde kıl payı geçtiğim hayatı."

Kendi kendime gülüp "Ya da delirseydim. Deli olsaydım keşke. Hayatta bir amacım olmaz boş boş ama kimseyi takmadan mutlu mesut yaşardım. Ama bu lanet olası hayat olmadık şeyleri başıma sarıyordu." dedim. Ben gerçekten deliriyorum. Delirmek istiyordum. Kimse beni sorgulamasın, deli bu zaten, diye geçiştirsin istiyordum.

Okuldan çıkarken gördüğüm kanlarla duraksadım. Bir şey mi yazıyordu yoksa ben harbi delirdim mi? 

Eve hoşgeldin Ari. Tekrar gel. Şimdi kurtarman gereken insanların yanına gitmelisin. *** sokağındalar :b

Gerçek miydi?

Telefonuma gelen haber bildirimiyle telefonumu açtım. Biri Wong'u çatıdan itmeye çalışıyordu ve avcılar kameralar yüzünden bir şey yapamıyordu. Telefonumu cebime koyup o sokağa doğru koştum. Nefes nefese avcıların yanına gittiğimde "Ben hallederim." diyerek çatıya çıktım. Kötü ruh aniden geriledi. "Kameraların önünde ne yapacaksın?" dedi kötü ruh.

The Uncanny Counter Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin