17. Bölüm.

240 17 2
                                    

Merhaba biriciklerim.

Bölümümüz çok güzel. Özellikle bu ve bundan sonraki finale kadar olacak olan bölümleri ben daha çok seviyorum. 🩵

Keyifle okuyun!

Bölüm Şarkıları: Dedunlüman/ Sen Bilmezsin.
Dedunlüman/ Sakladığın Bir Şeyler Var.

                                            (Ilgın Demir’den…)

Gecenin hangi demlerindeydik bilinmezdi. Arjîn çoktan dizlerimde uyuyakalmış ve eve de derin bir sessizlik çökmüştü. Ancak başımda meydana gelen derin ağrı bu sessizliğe inat içimi uğuldatıyordu.

Sağ elimi arka tarafa, yatağa, uzattım ve elime gelen yastığı hemen yanıma çektim. Yavaşça, Arjîn’e hissettirmemeye çalışarak yastığı onun başının altına koydum ve ayağa kalktım. Uyuşan bacaklarımı olduğum yerde uygun adım sallarken, bileğimdeki tokayla saçlarımı gelişigüzel bir topuz yaptım. Ardından pencereye yanaşıp camı açtım. Başımı dışarı uzattığım an, yan tarafta gördüğüm manzara beni fazlasıyla afallatması gerekirken, yalnızca derin bir iç çekmeme müsaade ediyordu.

Pamuk Prenses, nam-ı diğer Ünzile, başını dışarı uzatmış, yağan yağmurun damlaları yüzüne vururken, esen sert rüzgârdan dolayı saçlarının uçuşmasına izin veriyordu. Ben ona Pamuk Prenses
demiştim de o, aslında tüm prenseslerin karışımı gibiydi.

Mesela elmacık kemiklerinde süregelen daimi kızarıklık Pamuk Prenses’e, çoğu zaman bakışlarından kaybolmayan ürkeklik Güzel ve Çirkin’deki prensese, bulunduğu yere sığamıyormuş, sanki oraya hapismiş de bir an önce kurtulmak istiyormuş gibi olan masum bakışları ise Rapunzel’e benziyordu.

O, birçok şeyin karışımıydı.

Bana beziyordu. Kalbimin en derin odacığında hissediyordum; o, benimle aynıydı.

Hayat, ona yaşamı boyunca ne getirmişti bilemiyordum. Fakat hiç kolay şeyler yaşamadığı zaten bir bakışından bile belli oluyordu.

Onunla henüz yeni tanıştığımız saatler geldi aklıma. Tuvaletten çıkmış ve arabaya doğru ilerliyorduk. O, etrafındaki itici bakışlardan kaçınmak için bana sığınmıştı. Bu benim içimde çok güzel hisler uyandırmıştı ama bilmiyordu ki; ben o an, alabora olmuş bir gemiden farksızdım.

Büyümüşte küçülmüş gibi değil de, sanki hiç büyüyememiş ve yanı sıra hiç küçük de kalamamış bir birey gibi konuşmuştu benimle. “Ruhumu nasıl temizleyeceğiz, çok kanıyor…” demişti. Biçare olduğu yalnız bakışlarından değil, titreyen her bir uzvundan da belli oluyordu.

“Büyüyünce geçecek,” türevi bir şeyler mırıldandığımı hatırlıyordum. ‘Geçecek,’ demiştim. Yalan söylemiştim. Şayet büyümek bir şeylere ilaç olsaydı, ben şu anda çoktan taburcu edilmiş bir hasta
olurdum.

Sırf, kendini biraz olsun iyi hissetsin diye yalan söylediğim cümle, çocukluğuma ihanetin eşiğine getirmişti beni.

Büyümek geçirmezdi. Aksine büyümek, bir şeyleri anlamak; ‘neden ve nasıl?’sorularını
sorabilmeyi öğrenmek demekti. Hâl böyle olunca da dikiş tutmaya razı olan yaranla masada kalıyordun.

Onu izledim. Öylece, sesimi bile çıkarmadan, onun bu can çekişir hâlini neye borçlu olduğunu kuruntu ederek öylece izledim.

İlk tanıdığım andan itibaren onu, kanatlarım altından çıkarmak istemiyordum. Ne olursa olsun oraya sığınsın, bende durulsun, güçsüzlüğünü bende yaşasın ve gücünü benden alsın istiyordum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 14 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ÜNZİLEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin