Karanlık sarmıştı etrafı. Korku, endişe ve öfke sarmıştı bedenimi. Sesler duyuyordum, geçecek gibi değildi. "Gel buraya küçük," diyordu. Küçüktüm evet, çok küçüktüm. Sahi ben nasıl büyüdüm? Neden küçük kalamadım? Neden büyüdüm? Bedenim enkaz, ruhum moloz yığını gibiydi. Sahi bizi bir enkazdan ayırt edebilen neydi? İnsan olmak. İnsan mıydık biz, bizler? İnsan olmak neydi? Neydi bizi insan olmaktan alıkoyan?
Savaşlarda ölen çocuğun, bebeğin suçu neydi? Sahi suçluyu suçsuzu birbirinden ayırt eden neye göre karar verdi? O an gözlerim kapandı, kulaklarımda yankılanan seslerin arasında kaybolmuşken, zihnimde bir düşünce belirdi. Büyüdüğümüz için değil, hayatta kalmak için savaşmamız gerektiği için buradaydık. Ancak bu savaştan çıkmanın bir yolu var mıydı?
Düşüncelerim zihnimde dağınık bir biçimde dans ederken, aniden bir ışık parladı. Belki de karanlığın içinde bir umut vardı. Belki de bu karanlık, aslında bizi yücelten bir sınavdı. Ancak o ışığı bulmak, o karanlığa meydan okumak gerekiyordu. İçimdeki ses, kaybolmuş olan umudumu hatırlatıyordu. "Büyüdün, ama büyümek sadece bir başlangıç," diyordu. "Şimdi ne olacağına sen karar vereceksin."
Korkularımın ve kaygılarımın üzerine yürüdüm. Kendi içsel savaşımı kazanmalıyım. Çünkü ben sadece bir enkaz değilim; ben bir insanım. Ve insan olmanın yükümlülükleri vardır. Bunu anlamalıydım. Karanlığın içinde, bir an olsun duraksayıp düşündüm: Bize düşen, ışığı bulmak için mücadele etmekti.
Etraf toz dumandı. Silah sesleri, bir kurşuna kurban giden mahlukların inleme sesleri ve kaçmaya yeltendikçe dayak yiyen teröristlerin bağırışları... Bedenim arkamdan gelen sese yöneldi. Yeşilin hem koyu hem açık tonlarıyla giydiği kamuflaj kıyafetlerinin içinden bir asker bana seslendi.
Koşarak yanına ulaştım, ama içimdeki korku ağır bir taş gibi yerleşmişti. Etrafta bir şeylerin ters gittiğini biliyordum; gökyüzü bile, karanlık bulutlarla kaplanmış, sanki bu anın üzerindeki ağırlığı hissediyordu. Askerin yanında dururken, içimdeki panik dalgası yavaş yavaş yükselmeye başladı. Ne yapmalıyım? Hangi tarafa gitmeliydim?
Asker, bir an tereddüt etti, sonra gözleriyle çevresini taradı. Kargaşanın içinde, kaybolmuş olan diğerleri için bir şeyler yapmalıydık. Ama nasıl? Korkunun içinde kaybolmuşken, cesaret bulmak zorundaydım.
Bir an için, seslerin ardındaki sessizliğe odaklandım. İçimde bir şey kıpırdandı; bu kaosun içindeki umutsuzluğa rağmen, direnişin bir yolu olmalıydı. Küçük çocuk... Onun gözlerindeki korkunun neden olduğu çaresizlikle yüzleşmeliydim. Hayatta kalmak, sadece bir bedende var olmak değil; anlam kazanmak ve bu karanlıkta bir ışık bulmaktı.
Bütün düşüncelerimi bir kenara bırakarak, önümüze çıkan engelleri aşmak için ilerlemeye başladım. Adımlarım kararlıydı, her biri içimdeki boşluğu dolduruyordu. Beni durdurmak isteyen korkularım, cesaretimle yavaşça geri çekildi. Artık geri dönüş yoktu; ya savaşacak ya da kaybolacaktım.
Etrafımda, savaşın getirdiği yıkımın izleri vardı. Ama o yıkımın ortasında, direnişin simgesi olabilecek bir şey bulmalıydım. Bir sonraki adımım, sadece benim değil, belki de kaybolmuş herkesin geleceğini belirleyecekti.
KARA KUVVETLER KOMUTANLIĞI
Kocaman yazılan yazıyı sanki binlerce kez okumamış gibi bir daha okudum. Uzun koridoruna yöneldim. Gelen asansör ile 3. Katta indim.
Çaldığım kapıyla odaya girdiğimde asker selamına durdum.
"Beni emretmişsiniz Albayım!" Sesim taş kadar sertti. Mavi gözleri gözlerimi buldu. Hafifçe gülümsedi. Yorgun gözleri kırışmış teniyle bütün olmuştu, yaşlanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEYH (+18)
AcciónGelin hep beraber bir asker kadının görev icabı hayatına gireceği mafya ile yaşadığı ve yaşayacağı olayları bir de benim kalemimden okuyalım. Miran kotan ve Deniz yekta görev icabı karşılaşsalarda aslında onlar zaten birbirlerinin hayatında varlard...