İkimizdende çıt çıkmıyordu. Gözlerimi ona çevirdim. Üzgündü. Gözleri üzgün bakıyordu. İlerideki bir yere takılmış, dolan gözlerinin akmaması için kendisiyle savaş veriyordu. Dudakları seğiriyordu. Onu bu derece üzenin ben olduğumu bilerek kendime kızdım. Severken üzdüğüm, kalbini kırdığım için.
Ne diyeceğimi bilmiyordum. Özür dilesem anlamsız kalırdı. Açıklama yapsam bir işe yaramazdı. Başımı geriye atıp gözlerimi sıkı sıkıya kapattım avuçlarımı sıkarken. Kendimi hazır hissettiğimde geri ona döndüm. Vücudumda yönünü ona çevirdiğinde dudaklarımı araladım.
"Yongbok ben öyle demek istemedim , özür dilerim-"
Her zamanki derin sesini üzgün olduğu belli bir şekilde işittim.
"Haneul, ben sana ihanet etmedim. Doğrusunu söylemem şuan doğru olmaz belki ama lütfen bunu bil. Beni iki yüzlü birisi olarak görme. "
Sözlerini sıralarken gözlerinden birkaç damla yaş yerle buluşmuştu bile. Ardından beklemeden ayağa kalktı.
Onu durdurmak istiyordum. Gitme demek istiyordum. Fakat bunu isteyecek ne gücü kendimde bulabiliyordum ne de yüzü. Ona kırgın kalamıyordum. İnsan sevdiğinden kaçamazmış. Evet ona sinirliydim. İhanet edip etmediğini bilmiyordum fakat sinirliydim ona.
Yumruklamak istiyordum belkide onu. Vurmaktan yorulup kolları arasında sızmak istiyordum. Kokusunu içime çekip rahat bir uyku çekmek istiyordum. Ona yeniden sarılabilmek, yeniden onu öpebilmek istiyordum. Fakat lanet olası gururum buna engel oluyordu.
Oturdum orada öylece. Beni arkasında bıraktığı bankta oturdum saatlerce. Takım giderken burada kalmak istediğimi söylemiştim. Düşündüm , onun gözlerinin takılı kaldığı lalelere bakarken. Ne kendimi haklı buluyordum, ne de onu. Hava kararırken telefonum hala sessizdeydi rahat düşünebilmem için. Hava çoktan soğumuştu. Benim ise üzerimde sadece voleybol formalarım vardı. Kısa dar bir şort ve ince bir tişört. Üzerlerinde ismim yazan.
Üşüyordum belki ama hissetmiyordum. Gözlerimden akan sıcak gözyaşları kurumuştu artık. Ağlamak bile zor geliyordu. Ne kadar daha vakit geçti bilmiyorum. Soğuk olan havada sıcak bedenin bedenime dolanması ile kendime geldim. Tanıdık koku kurumuş olan gözyaşlarımı tazelerken ellerimi zorlukla kaldırıp ona doladım. Buna ihtiyacım vardı. Fazlasıyla.
Onun gibi ayağa kalkarken sarıldım ona. Burnumu boynuna gömerken derince nefes aldım, çektim kokusunu içime. Özlediğim kokusunu. Onunda kafası benim olduğu gibi boynumdaydı. Aldığı nefesi boynumu gıdıklarken özlem giderdik dakikalarca. Uzun zaman sonra. Belkide imkansız olduğumuzu bilerek.
Önce o ayrıldı benden. Bana kalsa günler boyu sarılabilirdim ona , kokusunu içime çekebilirdim. Omuzlarımdan tutup çekti beni kendinden. Gözlerime bakarken ben onunkilere bakamıyordum. Sesini duydum yine.
"Nasıl burada saatlerce durmuş olabilirsin. Hasta olacaksın , üşümüşsündür."
Yakınırken elleri ayrıldı bedenimden. Üzerindeki hırkayı çıkarıp omuzlarıma koyduğunda bedeninde dolaştı gözlerim. Şimdide o üşüyecekti. Hırkayı çıkarıp geri uzatırken kendi kendime mırıldandım.
"Hak etmiyorum. En azından sen üşüme."
Duymuş olacakki hırkayı tekrar alıp omuzlarıma bırakırken konuştu.
"Üşümüyorum ben. Ayrıca bütün herşeyin en iyisini hak ediyorsun. Böyle şeyler duymak istemiyorum bir daha."
Yapamıyordu işte. Bana kötü davranmıyordu . Ben ona ne kadar kötü davranırsam davranayım, kalbini ne kadar kırarsam kırayım bana kötü davranmıyordu. Gözlerimi gözlerine çıkardım. O da bana bakıyordu. Güçsüzce mırıldandım.
"Bana neden iyi davranıyorsun Yongbok?"
"Sabahtan beri yemek yemedin hadi gidelim."
Bana cevap vermeyi reddederken omuzlarımdan yavaşça itekliyordu. Ben ise sadece biraz daha sarılmak istiyordum. Taksiye bindiğimizde elimi tutmuştu , ısıtmak için. Bu bile gözyaşlarımı yeniden akıtırken başımı omzuna yasladım. Yorgun hissediyordum. Gözlerim kapandığında onları durdurmadım. Ellerimi okşaması ise uykuya dalmama daha çok yardımcı olmuştu.
...
"Hanie~ uyan hadi geldik."
Omzumun yavaşça dürtülmesi ile gözlerimi araladığımda hala taksideydik. Başımı yaslı olduğu omuzdan kaldırırken Yongbok ücreti ödemişti bile. Uyku sersemi kapımı açıp inerken arkamdanda Yongbok inmiş ve bir eli omuzumda diğer eli ise elimi tutuyordu. Beni ilerideki restoranta ilerletirken kaşlarımı çatıp ona döndüm.
"Neden otele gitmedik? Çok uykum var geri gidelim."
Bu halime ufak kıkırtılar dökmüştü dudakları. Yüzümün şişmiş olduğuna emindim. Önüme dönerken cevap verdi.
"Daha bir hafta önce bayılmıştın , öğünlerini aksattığın için. Bu sebeple önce yemek küçük hanım. "
Bir çocuk sever gibi gülümseyerek burnunu burnuma değdirdiğinde bu Dünyadan uçmuş gibi hissetmiştim kendimi. Uyku sersemi rüya görüp görmediğimden bile emin değildim. Elimi kaldırıp kendime yavaşça bir tokat attım. Yanağımın acıması ile yüzümü buruştururken Yongbok benim bu halime gülmekle meşguldü.
Sanki benim suçum arkadaş. Kalbimi hızlandıran oydu. Gözlerim birkez daha gülen gözlerine takıldığında benimde dudaklarım kıvrılmıştı. Gözleri kısılmıştı. Adeta bir şaheseri andırıyordu.
İnsan denemeyecek kadar güzeldi. Bir meleğe benziyordu. Sanki gökyüzündeki tüm yıldızlar yüzüne saçılmış gibiydi. Sarı saçları, kusursuz gülüşü, dolgun ve renkli dudakları, ölçülü ve küçük burnu, çilleri...
O tam anlamıyla kusursuzdu.
Özenerek yaratılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEEP END || LEE YONGBOK
FanfictionBir ' Anka Kuşu ' misali . Mecburiyet üzerine yalanlarla yıkılan bir ilişkinin tüm doğrularla yeniden doğuşu.