Kimi yorgun, kimi coşkulu, kimi hüzünlü onlarca insan geçip gitti önümden. Onlarca hayat, onlarca hikâye, onlarca sızı... Dernekten teyzeler gitmişti, yüreğime hem acı hem sevinç bırakan o genç kızlar gitmişti. Meydanda gür sesiyle bağıran gençler gitmişti.
Bu koca yerde Rana Teyze ile büyük bir yalnızlığı, büyük bir sessizliği paylaştım ben de. Hâlimi gizleyemiyordum. Gözlerim çeşitli anımsayışların tesiri altında ara ara buğulanıyor, ellerimle o buğuyu gideriyordum.
Kalbimdeki buğu ise... O şimdilik benimleydi. Ne zaman ellerim oraya ulaşacaktı, belirsizdi.
Meydanın etrafını aydınlatan sokak lambalarının ışıkları altında bir süre yürüdük. Az önceki gürültüden eser kalmayan bu koca yerde anlamsızca gezinip durduk. Rana Teyze de sanki konuşmak istemiyor oluşumu sezmiş gibi ağzını bile açmıyordu.
Biraz sonra o göründü. Yorgunlukları, heyecanı ve hüznü kucaklayarak yürüyordu. Ona bakınca hepsine tek tek şahit oldum. Adımları hızlı ama telaşsızdı. Etrafına bakınınca bizi aradığını anladım. Çok geçmeden gördü de. Bir an, belki bir saniyeden bile kısa bir an; bakışlarımız çarpıştı. Bu sefer gözlerini ilk çeken kişi ben oldum.
Bize yaklaşan adımlarını hissediyordum. Kalbimdeki sarsıntıyı da... Şule'yi düşündüm. Yakında onunla ilgili kurduğum tüm hayalleri gerçekleştireceği o kadını... Ortada henüz bir şey olmasa bile kızların konuşmasındaki o bulanıksız ve perdesiz hakikat başka bir seçenek yokmuşçasına karşımda dikiliyordu.
"Âsım, geciktin oğlum."
Elimdeki bayrağın sopasını sıkıp terli ensemi ovuşturdum. Onun karşısında ezilip büzülmekten memnun değildim. Ben bu değildim. Eski Kardelen hiçbir erkeğin karşısında bu kadar yenilmiş durmazdı.
"Arkadaşlarla dernekle ilgili bir mevzuyu konuşuyorduk teyze."
"Kardelen de yoruldu bayağı, hadi gidelim."
"Siz bekleyin, ben arabayı getireyim."
Yine bekledik. Rana Teyze omzuma dokunup: "Dudaklarım kurudu" dedi. "Ben hemen gidip şu ilerideki marketten su alıp geleceğim inşallah. Âsım gelene kadar yetişirim."
Yorgunluktan konuşamadım bile. Bitkin düşen bedenimi yakınlardaki bir banka bıraktım. Elimdeki bayrağı ise kucağıma... Karanlık olmasına rağmen çok tenha sayılmazdı meydan. Sadece eylemdeki insanlar dağılmış, meydan gündelik yaşamına geri dönmüştü. Sürekli omzumdan düşen çantamı da alıp hemen yanıma bıraktım. Geçip giden insanları, meydanın ortasındaki yaşlı çam ağacının dibine sinip uyuklayan köpeği ve sıra sıra dizilmiş lambaları seyrettim. Sıcaktan tere batmıştım. Uzun bir süredir de ayaktaydım. Genelde böyle ağır yorgunlukla geçirdiğim günler, benim için hastalıkla hitâma ererdi.
"Siz de bugünkü eyleme mi katıldınız?"
Sağ yanımdan yükselen tanımadığım bir adam sesi, irkilmeme sebep olurken sesin sahibi birden önüme geçti.
"Ben de katılmayı çok istiyordum ama yoğunluktan katılamamıştım. Bence çok erdemli bir şey yaptığınız. Çok duyarlıca."
Karşımdaki iri yarı, uzun boylu ve suratında pek de tekin bir ifadeye rastlamadığım gence bakıp başımı diğer tarafa çevirdim. Belki bir ümit gider diye. Ama bir adım daha yaklaşıp elini bana uzattığında önce parmağındaki dövmelere ardında da tepemde dikilip durmasına şaşkınlıkla baktım.
"Ben, Rauf" dedi dişleri görünecek kadar genişçe gülerken. Çantamı tekrar omzuma takıp bayrağı elime aldım. Hiçbir şey demeden banktan kalktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kardelenler Üşümez mi?
SpiritualBen, o adama baktım; herhangi bir adama bakar gibi değil. O ve benden başka kimsenin olmadığı bir zaman diliminde; tüm sınırlarını çiğneyerek ve uyansa asla razı olmayacağı bir yakınlıkta baktım. Parmaklarım, bastıramadığım duyguların coşkunluğuyla...