1. Bölüm: Sahne

507 50 24
                                    

"Âh hayat! Üzerine ciltlerce kitap yazabileceğim o derin şaheser! Evet, güzelsin... Güzelsin, lakin içinde sevgilim olduğu için... O sevgilinin, üzerine güneş değdiğinde alev alev yanan kızıl saçlarının ardından seyrediyorum seni. Ancak o zaman anlam kazanıyorsun benim için... Ancak o zaman yaşanmaya değer oluyorsun. Fakat bir kez... Sadece bir kez o ay gibi parıldayan çehre, bana gülümseyiverse... Tanrım! Başka ne isterdim ki..."

Büyülü bir atmosfer vardı. Herkesin gözü pürdikkat sahnedeydi... Bense ilk yıllardaki o acemilikten çok uzaktım. Üzerime sinen bakışların altında ezilmiyordum sözgelimi. Ter basmıyordu vücudumu. Alışmış ve tecrübe kazanmışım. Fakat sadece şu elbisenin içinde bulunmak beni geriyordu. Tek sorunum buydu. Bazen nefes alamayacak gibi hissetsem de kendimi hemen toparlayabiliyordum. Yine de tüm olumsuz koşullara rağmen kendimden emin ve mağrur gözlerle, rolünü ustalıkla icrâ eden arkadaşıma bakıyordum.

Ela gözlerinin içinde muzip bir kıvılcım yanıp sönse de aldırmıyordum. O muzip ifadenin derinliklerine inersem dikkatim dağılabilir ve gaflete düşüp gülebilirdim. Birden bu ciddi hava bozuluverirdi o zaman... Tabi bu, isteyeceğim son şey bile değildi. Bu yüzden son diyalogları da, önceden provasını yaptığımız mimik ve jestlere uyarak söyleyip rolümü sergilemiş oldum.

Az sonra fondan bir müzik geçti, perde kapandı, müthiş bir alkış tufanı koptu. Tam o anda beynimde bulanık, yapış yapış bir düşünce hareket etmeye başladı. Artık sesleri, alkışları ve gürültüleri bir uğultu halinde duyuyordum. Bir anda içimde beliren bu karanlık hisse hiçbir anlam veremeden yutkundum. Çok geçmeden net olmayan görüntüler eşliğinde babamın bilgisayar başındaki yorgun hâlini, çalışma odasındaki dağınık kâğıt ve kitapları, bugün gitmeyi planladığım sahafı, ev arkadaşımla sabahladığımız anları gördüm. Buradan bir an önce kurtulmak istediğim için zihnimin bana sunduğu teselliler gibi geldi bu bulanık görüntüler bana. Ama çok geçmeden bir mide bulantısı eşliğinde tekrar o karanlık hislerin hükümranlığı altına girdim. "Sabret" diye mırıldandım kendi kendime. "Neyse ki kurtulmak üzeresin."

İçinde iyice bunaldığım sıkı ve gösterişli elbiseyi bir an önce çıkarmak istiyordum. Kulisteyken giyinmemize yardımcı olan ve makyajlarımızı yapan arkadaşım Seda, elbisenin sırt kısmındaki ipleri öyle bir sıkmıştı ki zaten zayıf olan belim, neredeyse 'hiç' hükmüne geçmişti.

Sabırsızca kulise doğru yürürken, Alperen, elini omzuma atıp, "Canım sevgilim..." diye mırıldandı. Sesini, az önce rolünü icrâ ettiği şövalye gibi romantik çıkarınca koluna vurup, "Lütfen şu zevzekliği kes!" dedim. Kolunu omzumdan çekerek güldü. "Zaten şu daracık elbise yüzünden iç organlarım büyük hasar gördü! Lütfen uğraşma benimle."

Kıvırcık ve ince saçları taranıp kremlenmiş, tıpkı saçları gibi sarı olan seyrek kaşları biraz boyanmıştı. Traşlı beyaz yüzünde boncuk boncuk ter birikmişti. Hafif dokunuşlarla kırmızı ruj sürülmüş olan ince dudakları fazla konuşmaktan kurumuştu. Çok fazla repliği olduğu için bir ara ona sahnede acıyarak bakmıştım. Neyse ki hiçbir hata yapmamıştı.

"Bu kadar yorulmana rağmen hâlâ benimle uğraşacak gücü nereden buluyorsun, bilmiyorum."

Beni duymamış gibi: "Âh, nazlı çiçeğim..." diye bağırarak kulise geçince ofladım. Suflörümüz Derya, oyunun ilk sahnelerinde yer alan Serhat ve diğer arkadaşlar Alperen'le benim etrafımı sarıp övgüler yağdırmaya başladılar.

"Efsanedeydiniz oğlum, efsane!"

"Sizi gören kırk yıllık âşık zanneder."

"Hele Alperen'in, 'Âh, Caroline...' diye haykırışları..."

Alperen, sahnedeyken gizlediği o muzip tavrını ortaya çıkarıp dudağının kenarıyla ve serseri bir edayla güldü. Yarısı açık olan göğsünün kenarlarında bezgince duran yakalarını kaldırıp indirdi. Başka muziplikler yapmaya devam etti ancak onu daha fazla izlemedim. Hâlâ az önce duyduğum o karanlık hissin kırıntılarını ayıklamakla meşguldüm. Bu yüzden konuşmaları işitsem de cevap veremiyordum.

Kardelenler Üşümez mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin