Ekranın üzerine koyduğum işaret ve baş parmaklarımı genişleterek fotoğrafı yakınlaştırdım. Çardakta kitap okumaya daldığı bir zaman diliminde çektiğim bu fotoğraf, benim için bir teselli gibiydi. Onu özlediğimde açıp bakıyor, bazen güzel yüzünü izleyerek uykuya dalıyordum. Bir itiraf niteliği taşıyan o cümlesini işittiğim günün üzerinden dört-beş gün geçmişti. O günden beri dışarı çıkmadığım için karşılaşmamıştık.
Bugün ise daha fazla kaçamayacaktım. Dün akşam yemek yerken Sümeyye'nin ısrarlarına dayanamamış ve birlikte derneğe gitme teklifini kabul etmiştim. Korkuyordum. O itirafın belki de beni bulutların üzerinde hissettirmesi, ayağımı yerden kesmesi gerekirdi; ama ben deli gibi korkuyordum.
Kalkıp hazırlandım ağır ağır. Yine -yaz ayı için en uzun elbiselerimden olan- dizlerimin birkaç parmak altında biten sarı bir elbise giyindim. Bir türlü kestirmeye gidemediğim için omuz hizamı azıcık aşmış olan kızıl saçlarımı örüp sol omzuma bıraktım. Hava çok sıcaktı ve oraya varana dek birkaç toplu taşıma aracına binecektik.
Aynadan biraz uzaklaşıp kendime baktım. Gevşek ördüğüm için önüme gelen birkaç tel saça, küçük ama dolgun dudaklarıma, mavi gözlerime, beyaz yüzüme baktım. Etrafımdaki çoğu kişiden güzel olduğuma dair iltifatlar duyardım fakat bu zamana dek hiçbiri beni etkilememişti. Ben, en çok onun gözünde nasıl bir konumda olduğumu merak ediyor; en çok onun tarafından güzel bulunmayı temenni ediyordum.
Birbirine bu kadar zıt iki hayatın bir araya gelmesinin mümkün olmadığını bile bile; tehlikeli sularda yüzüyordum belki de. Esasında onunla karşılaşmaktan korkmamın en büyük sebebi de buydu. Ona daha çok kapıldığım takdirde acımı büyüteceğim öyle aşikar, öyle apaçıktı ki... Ama bir yanım ona yaklaşmak ve sınırlarını aşmak için çırpınıyordu. Yüzüne dokunmak istemek, ona sarılmayı arzulamak, ondan güzel sözler işitmek için can atmak... Tüm bunları neyle izâh edebilirdim?
Oysa o, bunların hiçbirini yapacak biri değildi.
Ben ise iflah olmaz bir arzuyla tüm bunları istiyordum.
Sümeyye'nin yanına gittiğimde yine siyahlara bürünmüş ve uzun başörtüsünü tıpkı ablası gibi çenesini de kapatacak şekilde örtmüş olduğunu görünce acı bir yumru hissettim boğazımda. İşte, dedim içimden. Âsım'ın yanına yakıştıracağı kız, böyle bir kız. Sen ise onun hayatındaki bir virgül gibisin. Basit birkaç duygunun esiri olmadan bir anlık duruverdi yanıbaşında; ama çok geçmeden gidecek... Tıpkı Sümeyye, Fâtıma veya tanıştığın diğer kızlar gibi; dünyası dünyasıyla uyum içinde olan birine gidecek. Senin hayal ettiğin gibi basit bir duygu kırıntısının esiri olarak değil üstelik. Kendisine göre meşru olan tek yolla; babanın da ifadesiyle, o kutsal bağ ile birleşecek yolları.
Sen, bu hikâyenin yan rolünde bile değilsin Kardelen.
Sen, onun hayatında zerre miktar yer işgal edemezsin.
***
Hanımlar bölümünde hummalı bir çalışma vardı bugün. Birazdan başlayacak olan sohbet için içeride neredeyse yer kalmayacaktı. Benim gibi tesettürsüz olan birkaç kız da gelmişti sohbete. Bu durum onlarca tesettürlü kız içinde yabancılaşmamı engelliyordu.
Tezgahın üzerindeki son kurabiye tabağını da alıp masaya bırakınca Fâtıma'ya başka hangi işlere yardım edebileceğimi sordum. Oldukça telaşlı görünüyordu.
"Kuzum, rica etsem konferans salonundan birkaç tane tabure getirir misin? Muaz, tabureleri oraya koymuştu. Daha da gelecekler var, yetmez bu sandalyeler."
"Tabi, getiririm."
Hızlı adımlarla hanımlar bölümünden çıkıp hemen yan taraftaki konferans salonuna gittim. Çok büyük olmayan salona kısa bir göz attıktan sonra duvar kenarında üst üste koyulmuş tabureleri gördüm. İç içe geçirilmiş taburelerden; biraz zorlanarak da olsa dört-beş tanesini çektim. Tekrar dışarı çıktığımda tabureleri eşiğin az ilerisine koyup kapıyı örttüm. O esnada Âsım'ın sıkıntılı sesini işittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kardelenler Üşümez mi?
SpiritualBen, o adama baktım; herhangi bir adama bakar gibi değil. O ve benden başka kimsenin olmadığı bir zaman diliminde; tüm sınırlarını çiğneyerek ve uyansa asla razı olmayacağı bir yakınlıkta baktım. Parmaklarım, bastıramadığım duyguların coşkunluğuyla...