12. Bölüm: Kaçış

112 20 33
                                    

İnsanlarla çok içli dışlı olmayan, birkaç arkadaşı dışında 'dost' diyebileceği birine sahip olmayan biri için bu dozda bir sevgi tuhaf hissettiriyordu. Bana sarılırlarken sanki yıllar sonra çok uzak diyarlardan, gurbetten gelmişim de şimdi ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi heyecan ve neşe doluydu hepsi. Bu, kalbimi okşayan bir detay olmasının yanısıra beni epey şaşırtan bir durumdu. Birbirlerine karşı olan muameleleri de aynı içtenliği taşıyordu. Kendi arkadaş çevremde bu derece bir samimiyete rastlamadığım için; onları bazen uzun uzun inceliyor, kalplerinin ne kadar geniş olduğu bilinciyle gülümsüyordum.

Bir tek Şule ve arkadaşı yoktu aralarında. O gün eylemde gördüğüm diğer kızlar hep buradaydı. Hatta Fatıma'nın kız kardeşi Sümeyye de gelmişti. Selamlaşma ve sohbet faslı bittikten sonra neler yapacağımızı konuşmak üzere masaya geçmiştik. Masada, bakır bir tepsinin içinde, Filistin temalı birkaç rozet, anahtarlık ve bileklik bulunuyordu. Muhtemelen yarınki kermeste satışa çıkarılacaktı.

Fâtıma, önündeki not defterini incelerken Beyza tepsideki Filistin rozetlerinden birini eline aldı; evirip çevirdi.

"Şule de gelseydi keşke, o çok güzel kitap ayracı yapıyordu."

Onun ismini işitmek, Âsım'a doğru koştuğu ve ona bir şeyler söylediği zaman dilimini anımsattı bana. İçime çöken kara bulutları dağıtmak isteyerek gözlerimi Beyza'dan kaçırdım ve Fâtıma'nın bir şeyler yazdığı not defterine çevirdim bakışlarımı.

Canel araya girip: "Sen geç geldin, bilmiyorsun tabi" dedi. Çantasını çıkardı. İçinden küçük bir defterle kalem alıp sandalyesini biraz daha masaya yaklaştırdı.

"Ne oldu ki?" Diye merakla sordu Beyza. O esnada Canel iç çekti.

"Şule'nin annesiÂsım Abi'nin teyzesine haber gönderecekti ya... Hani şu evlilik görüşmesi için... Daha doğrusu çıtlatacaktı biraz konuyu... Rana Teyze iki gün önce yeğeniyle konuşmuş ama Âsım Abi görüşmek istememiş. En son Şule'yi aradığımda çok kötü geliyordu sesi. Bir süre derneğe gelemeyecekmiş. Utanıyormuş Âsım Abi'den."

"Kızlar, dedikodu yapmaya gelmedik herhalde buraya. Şule belki bu konunun dillendirilmesini istemiyordur. Ne için geldiğimizi unutmayalım, hadi plan yapacağız daha bir sürü."

Bundan sonraki sözleri uzunca bir süre işitmedim. Daha doğrusu işittim ama onlara herhangi bir mânâ giydiremedim. Bir haftadır kalbimin üzerine bir taş gibi çöken o ağırlık kalkıverdi. Binlerce kuş, içimin kuytu köşelerinden havalanıp özgürlüğüne kavuştu. Hüzün kaleleri yıkıldı, sevinç yağmurları yağdı üzerine. Ve o yıkıntıların arasından bir tohum çatladı, yemyeşil bir fidan boy verdi.

***

Kızlar, yaptığım kurabiyeye biraz şaşkın biraz da hayranlıkla bakarken benim dudaklarım utangaç bir tebessümü ağırladı. Uzun bir süredir ailemden uzak kaldığım için ve genelde oda arkadaşlarım yemek yapmaya pek yanaşmadığı için birtakım aşçılık yeteneklerim vardı. Kızların kurabiyeyi beğenmesi hoşuma gitse de her övüldüğüm zaman olduğu gibi strese kapıldım. 

"Basit bir kurabiye sadece..."

Canel: "Basit mi? Bu bir şaheser" deyip masaya biraz daha yaklaştı. "Bir tane tadına bakmak için yesem, parasını veririm" deyince Fatıma: "Tadına bakmadık zaten, n'olur n'olmaz bir tane yiyip bak" dedi ve güldü.

Canel, kurabiyeyi eline alırken karnını tutup kilosuyla alay etti:

"Beni siz bu hâle getirdiniz, zalımlar. Fıçıya döndüm sizin yüzünüzden."

Bunu dedikten sonra kurabiyeden koca bir ısırık kopardı. Kısa sürede çiğneyip yuttuktan sonra gözleri ışıldadı. Bir tane daha ısırık aldıktan sonra ağzındakini bitirmeden konuşmaya devam etti. Cümleler ağzında yuvarlanıyordu:

Kardelenler Üşümez mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin