"Beomgyu?"
İsmimi duyunca defterimi karalamayı bırakıp Bay Min'e baktım. Kafamdaki düşünceler öyle sarmıştı ki beni bahsedilen konudan oldukça bağımsızdım.
"Efendim Bay Min?"
Sırtımı biraz dikleştirip kaçırdığım seyi belki tekrar söyler diye masumca gözlerine baktım. Biraz utanmıştım bu durumdan.
Bay Min kollarını göğsünde birleştirmeden önce gözlüğünü düzeltmiş, yavaşça yürümüştü sınıfın içinde.
"Festival için diyorum, başvuru yapmış mıydın?"
Direkt olarak kafamı salladım. "Evet, yaptım."
"Güzel, seçilenler listesi birkaç güne açıklanacak zaten. Sergilediğiniz performansa göre kişisel olarak değerlendirileceksiniz, Bay Kim performansını beğendiği kişilere özel ders verecekmiş. Bur fırsatı iyi değerlendirin derim."
Bileğindeki saati kontrol edip kürsüye döndü ve kitaplarını alıp hafifçe gülümsedi.
"İyi günler."
Bay Min sınıftan çıktığında arkama yaslanıp gözlerimi köşede oturan Yeonjun'a değdirmemeye özen gösterdim. Festivalde çalgı grubunda yer alabilmek için başvuru yaparken onunla aynı bölüme gittiğimizi ve denk gelebileceğimizi hiç hesaba katmamıştım.
Hayatımı Yeonjun yüzünden kısıtlamamam gerektiğini bilsem de aynı ortamda bulunmamız beni hala gerip duruyordu. Eğer ikimiz de seçilirsek bu daha fazla yüz yüze gelme, hatta konuşma anlamına bile geliyordu.
Ben kaçmaya çalışırken hayat resmen beni ona doğru itiyordu.
Oflayarak telefonumu çıkarttım ve Soobin'e dersinin ne zaman biteceğini sorup eşyalarımı toparladım. Önüme gelen uzun tutamları geriye doğru ittim, çantamla gitarımı alarak ayaklandığımda birkaç saniyelik bakışları üstüme toplamıştım.
Hızlı adımlarla sınıftan çıktım, Soobin yarım saate çıkacağını yazdığı için onu kafeteryada bekleyebilirdim.
O günkü konuşmamızın ardından bir hafta geçmişti ve düşüncelerimin aksine kendimi Taehyun'dan uzak tutarken bulmuştum.
Taehyun'dan uzak durmak istemiyordum ama onu üzmekten de ölesiye korkuyordum. Sahip olduğu onca şeye rağmen aklı asla havalarda olmayan, nazik ve çok iyi biriydi. Ben ise geçmişinde takılı kalmış, hislerini bile tam anlamıyla adlandıramayan bir çocuktan farksızdım.
Bileğimdeki saati kontrol ederken kapıya yakın bir masaya yerleşip eşyalarımı üstüne yığdım. Tırnağımla dudağımın üstündeki deriyi bilinçsizce koparırken bacağımı sallıyordum.
"Beomgyu."
Elim ve ayağım aynı anda durdu. Yeonjun'u görmek için kafamı hafifçe döndürmek yetmediği için ayağa kalktım.
Gözlerimiz buluştuğunda sadece iki saniyeliğine kaşına attırdığı çiziğe baktım. Ne istediğini sormak yerine kaşlarımı kaldırdım.
Derin bir nefes verip elini cebine attı, avucunun içindeki penayı görünce nefesim kesilir gibi hissetmiştim.
"O gün tuvalette düşürdün bunu."
Elinde tuttuğu pena, aslında bana onun tarafından hediye edilmişti. Siyah, üstünde turuncu kalp olan sade bir pena.
Kalbimdeki ritimsizlik kendini belli ederken gerginlikten oturup ağlamak istemiştim. Onu hala unutamadığımı düşünmesine neden olmuştum belki de.
Unutamamış olsam bile yirmisine yaklaşan Beomgyu'nun düşünceleri on altı yaşındaki Beomgyu'dan oldukça farklıydı.
Elindeki penayla bana bakarken oldukça rahatsızdım, yerimde kıpırdanıp karar vermeye çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
maze in the mirror, beomjun
FanfictionBirinin bedeninde izler vardı, diğerinin kalbinde. |angst