#otuzdört

468 54 44
                                    

İyi okumalar!

***

İçime çektiğim sıkılgan nefesi usulca dışarı verirken elimdeki tarakla beraber ıslak saçlarımı tarıyordum. Gözlerim, elimle senkronize şekilde hareket ederken geçmişten bugüne her şey gözlerimin önünden bir bir geçiyordu. Burada olarak hata mı ediyordum? Ya da Emir'e sınırlarımı bu kadar geçmesine izin vererek? Hiçbir şeyi tam anlamıyla konuşmamışken, bu kadar yakınlaşmamız hata mıydı?

Ben, aptal mıydım?

Öyleydim. Çok sorgulamaya gerek yoktu, aptaldım işte. Emir'in tek bir sözüne kanan büyük bir aptal... Neredeyse hiçbir şey anlatmamıştı. Sadece Memo'nun bir şeyler zırvaladığından bahsetmiş ve bana onların gerçek yüzünü ortaya çıkaracağından bahsetmişti. Ecrin ile mecburiyetten de olsa yakınlaşmış, bana başka hiçbir şey anlatmamıştı. Neden ayrıldığımızı bile doğru düzgün anlayamamıştım... Şimdi ise bunlara rağmen buradaydım: Emir ile Ankara'da, süit bir otel odasında.

Emir, kendi odasına geçip uyumayı tercih ederken bemse duşa girmeyi tercih etmiştim çünkü yolda Emir ile konuşmayacağım diye hep uyumuştum. Hepi topu beş saat civarı uyumuş olsam da, uyuyasım gelmemişti işte. Hoş, uyumak istesem bile aklımda dolanan tilkilerin uyumama izin vereceğini pek sanmıyordum.

Artık alışkanlık haline gelmiş saçımı tarama işine bir son verdim. Tarağı makyaj basasının üstüne gelişi güzel bırakırken valizimi yerleştirmek yerine odadan çıkıp, parlora geçmiştim. Kahve makinasına kapsül yerleştirip kendime acı bir kahve yapmaya koyulduğumda aklımda hâlâ bir ton düşünce vardı. Tam şu an her şeyi bir kenara bırakarak İstanbul'a geri dönmeli miydim? Belki de en başından beri gelmemliydim.

Öten makinayla beraber dakikalardır yere bakarak ayakta dikildiğimi fark ettim. İçi, sıcak kahveyle dolu fincanı elime aldım ve deri olan, kahverengi köşe koltuklardan birine oturdum. Fincanı orta sehpaya bıraktığımda kendimi oldukça huzursuz hissediyordum. Kalbimde geçiremeyeceğimden adım kadar emin olduğum bir ağrı vardı.

Farkında olmadan tekrar iç geçirdiğimde fincanın yarısına kadar gelmiştim. Fincanı geri masanın üstüne bırakmamla beraber tam karşımda olan kapı açıldı. İçeriden pekte şaşılmayacağı gibi, üst vücudu çıplak olan Emir çıkmıştı. Saçlarını karıştırdı ve o da benim gibi kahve makinasına kapsül koydu. Göz ucuyla bana baktığında ağzının içinden bir şeyler mırıldanmıştı. Ne dediğini pek anlayamadım. Söylediği şeyi sesli söylese bile kafamın bu doluluğu ile ne dediğini yine de algılayamazdım muhtemelen.

Kahvesinin olmasını büyük bir sabırla bekledi. Ta ki kahvesi oldu ve fincanını eline aldı, işte o zaman kalçasını kahve makinasının olduğu masaya yaslamış ve gözlerini bana çevirerek, "Ne oluyoruz, Almira?" diye sormuştu. Ne dediğini yine algılayamadım. Daldığım yerden irkilerek çıkarken, "Ne?" diye sormadan edememiştim. Sinirle kahve fincanını masanın üzerine bıraktı. Kollarını gövdesinde birleştirdi. Yerinden doğrulamak için bir çaba içine girmezken, "Ne oluyoruz?" diye sormuştu tekrardan. "Arabaya bindiğinden beri bir haller var sende. Bir şey soruyorum, cevap vermiyorsun. Bir şey diyorum, yüzüme bile bakmıyorsun. İletişim kurmaya çalışıyorum, uyuyorsun. Sen bana kafayı mı yedireceksin kızım? Ne sikim oldu da bir saat içerisinde biz bu hale geldik? Yüzüme bile bakmayacağın ne yapmış olabilirim?"

Sesini yükseltmeden sert sesiyle ardarda sıraladığı sorularıyla beraber gözlerimi kaçırdım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Onun gibi net cevaplar mı vermeliydim yoksa alttan mı almalıydım pek emin olamamıştım. Fakat aklımı kurcalayan bu kadar çok şey varken alçak gönüllülük edip alttan alamayacaktım. Ya batardık ya çıkardık.

kırık kadeh | textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin