🐛7.Bölüm🦋

1.6K 372 292
                                    

🐛7

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

🐛7.Bölüm🦋
_______________________________________________________________
Haydi güzelim, şeker ezelim, bu sene de bekar gezelim!...
_______________________________________________________________

Tümü iş güçle geçen uzun bir gün daha ermişti akşama. Hüseyin Efendinin hanesi alın terleriyle kazandıkları ekmeği bir sofra başında huzurla bölüşmüş, evin kızı ve gelini yemeğin ardından ortalığı toparlayıp asma altını bir güzel süpürmüşlerdi. O esnada Hüseyin Efendi ve oğlu Ahmed Eysan Hanım'ın ayakdaşları geleceğinden bahçeyi mesken tutmadan iki sohbet düşüncesiyle kahveye çıkmışlardı. Düğünden bu yana herşey öyle rayında, öyle intizamla sürüyordu ki evin ana babası her gece şükürler ederek giriyorlardı yataklarına. Gayrı Alamanlarda bir canları kalmamış, ortanca evlatları yamacında cananıyla baba ocağına dönmüştü. Geriye ise Ankara'da işleyen evin büyük oğlu Emin ve tekne kazıntısı Asya kız kalmıştı bekar. Ama Asya dursundu az daha. Evvela büyük ağabeyinin damat olduğunu görsünlerdi. Nitekim Hüseyin Efendi gözünün bir tanecik bebeği kızının öyle bir an evvel evlenmesini, hele de Kozalıkızık dan dışarı gitmesini hiç mi hiç istemezdi. Lakin iş kader ne diyor, peder ne diyor evresine gelip dayanmıştı işte. Genç kızın gök gözleri köhne sandığın içinde gizli saklı beslediği ipek böceklerinde hüzünle gezinmişti. Anası ve yengesinin gelecek komşular için un helvası kavurmaya mutfağa girmelerini fırsat bilerek her zamanki gibi soluğu burada almıştı. Ama günlerdir ne kadar dut yaprağı getirirse getirsin vaziyet bir türlü dilediği gibi olmazdı. Derin bir iç çekişle doldurmuştu ciğerlerini.


-Niçin doğru dürüst yemezsiniz? Niçin sevmezsiniz bizim dutun yapraklarını?'demişti dudaklarını küçük bir kız çocuğu gibi küskünce bükerek. Parmağının ucuyla tırtıllardan birinin yumuşacık kıvrımlarına dokunmuştu. 'Gerçi sizinde hakkınız vardır. Vakti geçmiş, yapraklar kartlaşmıştır gayrı.'

Babasının anlattığına göre dedesinin çocukluğunda beridir vardı bahçelerindeki dut ağacı. Gayrı öyle yaşlanmıştı ki tırtıllar yapraklarını beğenmez olmuştu. Yani en azından Asya öyle tahmin etmişti. Esasen babasına sorabilse o bu işin en doğrusunu bilirdi. Ama yok! Hüseyin efendi değil tırtılların, ipek kumaşın lafı dahi edildiğinde kalın kaşlarını öfkeyle çatar, yüzünü karartıp konuyu kapatırdı. O sebepten sormasının mümkünatı yoktu. Ah ah! Onu eğleyen, aklını dağıtıp yüzünü az da güldüren bir ipek böcekleri vardı oysaki. Onlarda yarın öbür gün açlıktan ölürlerse ne ederdi?

Sandığın kapağını kapatıp sükunetle koymuştu avuçlarını üstüne. Kaçıyordu. Düşünmekten, durmaktan, kendi kendine kalmaktan kaçıyordu. Çünkü ne zaman durup gökyüzüne baksa yahut gözlerini kapatsa o burnu Kaf Dağı'nda olan bey oğlu gelmekteydi gözlerinin önüne. Kulaklarında ise o gece Şahbanu ile sözlendiklerini ilan eden tüfek atışları çınlıyordu. Aklından çıkarmıştı onu. Olmayacak bir işe kalkıştığını anlamış, acı da olsa görmüştü. Peki neden hala onu düşünmeden edemezdi? Neden rüyalarında Kozalıkızık'a ilk geldiği günkü gibi önünden atıyla adı misali geçtiğini görüp dururdu? Neden yutkunduğunda genzinde önce odada, sonra taşlıkta yakınlaştıklarında duyduğu o kokusunu hissederdi?

K O Z A L I K I Z I K 🦋🐛Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin