Bölüm 4.

1K 52 13
                                    

      Medyadaki Emre. 17 yaşında ve öğrenci.

Sabah telefonumun sesine kalktım. Günler geçmiş ve yine okul zamanı gelmişti. Kaç gün kaldı acaba bitmesine? Neyse sonra hesaplarım.

Banyoya gidib işlerimi hallettikten sonra formamı giyindim. Çantamı hazırlayıp telefonumla beraber aşağıya indim. Babam ve annem masaya geçmişti.

Çantamı koltuğa bırakıp bende masaya geçtim. "Günaydın" dememle babam bana baktı ve oda gülümseyerek "günaydın" dedi. Annemse hep olduğu gibi sadece başını sallamakla yetindi.

"Emreyle git bu gün. Barış okuldan gelince bana lazım." Bakışlarımı tabağımdan çekip babama baktım. Kaşlarımı çatarak nereye bakışları atdım. "Hayır. Barış daha iyi. O nerde ne yapılması gerektiğini bilir. Emre gibi değil o." Oooo ne güzel. Bu gün de iyice bi aşağılandık. Bakalım sonra ne olucak.

"Emre nerde ne yapması gerektiğini bilir. Sen Emreyle git." Annem sinirle soluklandı ve "hayır dediysem hayır" diye bağırdı. "Baba neden bahsediyorsun?" Annemi takmadan sorduğum soruyla annem dahada sinirlendi. Babam cevap verirken abimde annemin yanına, yani çaprazıma oturdu. "Oğlum annenin bu gün iş görüşmesi var. Ortaklarıyla yemeğe çıkacak. Her keste yanında bir çocuğunu getirecek." Babamın lafını kesip "abim gitsin o zaman" dedim.

"Ben gidemem. İşlerim var." dedi abim. "Emre gelmeyecek." annemi yine görmezden gelerek "baba ben bu gün okul çıkışı Merte gidicem. Bende gelemem. Yalnız gitsin" dedim ve kalktım masadan. "Emre, oğlum hiç bir şey yememişsin. Hadi biraz ye."

"Kahvaltı yapmaktan nefret ediyorum baba." çantamı alıp kapıya doğru yürüdüm. "Biliyorum oğlum ama düşüp bayılıcaksın sonra" ayakkabılarımı giyerken "bana bir şey olmaz baba merak etme. Bahçede bekliycem seni abi." Dedim ve dışarı çıktım. Hava çok güzeldi. Yürüyerek arka bahçeye geldim. Burada havuz ve şezbonklar vardı. Şezbonkların birine oturup çantamı yanıma koydum.

Derin nefes alarak buradaki manzarayı izledim. Güneşin doğuşu çok güzeldi.

Geçen dakikaların ardından abim geldi. Onu görünce kalkıp çantamı aldım. Birlikte arabaya doğru yürüdük. Abim şoför koltuğuna geçerken bende yanına geçtim. Abim arabayı çalıştırdı.

Başımı cama yaslayıp etrafı izlerken abim koluyla dürttü beni. Ona dönünce telefonumu bana uzattı. Ben şaşkınca telefonuma bakarken o "masada unutmuştun" dedi. Doğru ya ben kalkınca almamıştım telefonumu.

"Bu arada Merte gitmiyorsun" ne?  Ben-Merte-gitmiyorum? "Ne demek gitmiyosun? Buda nerden çıktı?" diye sordum sinirle. "Sana yazdığı mesajları gördüm. Gitmiyorsun dediysem gitmiyorsun." Mesajlar derken? "Sen benim telefonumu mu kurcaladın?" İyice sinirleniyordum.

"Bana şifremi bilmen kuralı ile telefon aldınız tamam. Ama bana telefonuma girmeyeceğini söylemiştin" sinirlerim tepeme çıkıyordu.

"Söylemiştim evet. Ama sende bana hiç bir zaman gideceğin yer hakkında yalan söylemeyeceğini söylemiştin." derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. "Yalan söylemedim. Merte gidecektim."

"Bağırma. Yoldayız sinirlerine hakim ol. Mertin attığı mesajlara girip bak. Sonra kızarsın." Sinirden bağırdığımı bile fark etmemiştim. Telefonumu açıp mesaj yerine girdim. Mertden gelen son mesajlara baktım.

Mert
Emre bu gün birlikte gideceğimiz restoran kapatılmış. Onun yerine başka bir yer buldum. Oraya gideriz.

"Alt tarafı restorana gidecektik." Dedim derin-derin nefes alıp verirken. "Sen dışarda gezemezsin Emre. Bunu o kalın kafana sok." Abim ciddi ve sert sesle konuşmuştu. "Buna sen karar veremezsin."

Yılların SırrıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin