Had Bilmek (13)

12 3 11
                                    

Hoş geldiniz ballarım!

Oylar atıldıysa hemen satırlar arasında buluşuyoruz.

∆ ∆ ∆ ∆

Bedenim hantallaşmış üzerime bir ağırlık çökmüştü. Akıbetimi düşünüyor olmam korkaklığımdan değil de her şeyi berbat etmekten kaynaklıydı. Birkaç dakika sonra işimden kovulma olasılığım bile çok yüksekti. Yüksekti diyorum çünkü anlaşma şartlarının içine beni de dahil etmiş olabilirlerdi.

Saçmalama Gencer, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hiç de saçma değil. İş dünyası para üzerine dönüyor. Benim yüzümden işi alamayan patron sizce ne yapar?
Kapının yolunu gösterir. Mesela yani, olacağı yok da olmamasını diliyorum. Şakası bir yana her olasılık beynimin loplarını zorluyordu.

Uzun uzun nefeslendim ve nefesimi dışa üflerken önümde duran mavi kaplı dosyayı elime aldım.

"Gencer dostum, sen iyi misin?"

"Bilmiyorum Onur, kafamın içi karmakarışık. Üstelik neyle karşılaşacağımı bilmemek geriyor beni."

"Sakin olur musun? Bence bir aksilik olmayacak. Gayet olumlu bir havaları vardı. Yeminle ben bir aksilik sezmedim."

"Onur, beklemenin bir anlamı yok. Hadi gidelim ne olacaksa olsun artık." dedim.

"Hah şöyle olum. Biraz kendine güvenin gelsin. Unutma ben her zaman senin yanındayım." dedi Onur.

Yüzüme oturan acı bir tebessümdü. "Biz iki silahşor, anca beraber kanca beraberiz, diyorsun?"

Onur, dört parmağını avuç içine katlarken başparmağını ileri geri sallayarak son sözlerimi onaylamıştı. "Kesinlikle, öyle diyorum. Hem sen olsan benim için aynısını yapmaz mıydın?"

Kapıdan çıkarken elimi Onur'un omzuna bastırdım.
"Yapardım arkadaş yapardım. Bundan kendin kadar emin olabilirsin." dedim.

Koridorda iki kafadar yürümeye başladık ama hiç konuşmuyorduk, çünkü ikimiz de bilinmezliğin girdabında kaybolmuş, ikimiz de düşünce karmaşasında boğuluyorduk.

Toplantı salonunun kapısı önü geldiğimizde iki korumanın da elleri arkalarında bağlı karşılıklı olarak kapıyı tuttuğunu gördük.

Biz birbirimizle göz teması kurarken onların da birbirleriyle göz teması kurduğunu gördüm.
Bana sataşan ve benimle uğraşıp duran koruma karşısındaki korumaya baktı ve kaşlarını havalandırarak beni işaret etti.

"Bazıları da haddini hiç bilmez. Onların kafasını soğuk suya daldırıp kendine getirerek had bildireceksin," dedi sesli bir şekilde konuşarak.

Tırsmadım desem yalan olurdu. Boğazımı tıkayan yumruyu sertçe yutkundum ama yine de tutamadım kendimi.

"Sen mi bana had bildireceksin, hadi naş naş, kendi çöplüğüne!" dedim. Başka türlüsü yakışmazdı bana.

Onların hareketinin Onur'da görmüş, kapıyı tıklatmadan önce kolumdan tutup beni silkeleyerek kendime getirmek istemişti.

"Olum ne yapıyorsun sen? Şimdi durduk yere bir çuval inciri berbat edeceksin(!) Kendine gelir misin?"

Onur'un vücudumu sarsmasıyla birlikte kendime gelmiştim... Hem kendime gelmiş hem de öz güvenim yerine gelmişti. Bir aslan gibi içeri dalıp kendi ormanımda kükremeye hazırdım artık.

Tabi ki, öyle olmadı...

Sözde kendime gelmiştim, çünkü ne öz güvenim yerine gelmişti ne de kükremeye hazırdım. Hâlâ bacaklarım titriyordu. Hâlâ dizlerimin bağı çözülmüş ve adım atacak halim yok. Biri çıkıp şuracıkta "höt" dese vallahi yere kapaklanacaktım.

Sanırım hislerim korkudan ziyade daha çok heyecandan kaynaklıydı. Belki de sevdiğini kaybetme korkusunu yaşıyordu kalbimin yörüngesini değiştiren hisler. Kim bilir, belki de sevgisizlik korkusu ya da onu paylaşamama duygusuydu hücrelerimi harekete geçiren güçlü dürtüler.

Sevgilinizin veyahut sevdiğinizin bir başkasının gözlerine bakıyor olduğunu düşünmek inanın duyguların en adisi ve en zehir zembereğidir.

Siz uzaktan sevmeye razı olursunuz fakat diğeri onunla ten tenedir. Siz dokunmaya kıyamazsınız ama diğeri kıyasıya onun canını yakar.

Benim bu hayatta Hande'den başka kaybedecek pek bir şeyim yoktu. Onu tutkuyla, ölesiye, ama uzaktan seviyor olmak bile beni mutlu etmeye yetiyordu.

Bir kez daha Onur'un beni iteklemesiyle ayıldım ve kendimi toparladım.

"Hadi olum, tıklat şu kapıyı artık, dakikalardır kapı önünde beklemekten ağaç oldum; yakında meyve vereceğim."

Haklıydı ne korkunun ecele faydası vardı ne de kaybetme korkusunu olacaklara bir manisi vardı. Birazdan olacak olan olacak bir başka deyişle esas bomba patlayacaktı.

Nefes almayı unutursan işte böyle soluksuz kalır tir tir titrersin, rahatlamak için önce burnundan derin bir nefes alıp sonra aldığın nefesi kademeli olarak ağız boşluğundan boşaltmalısın.

Hah, diye geçirdim içimden bir iç sesim eksikti.

El mecbur iç sesin sesini dinleyip kulağıma fısıldadıklarını eksiksiz yerine getirdim. İnsanın iç sesi gibisi yok vallahi. Beni sakinleştirmeyi başarmıştı. Eyvallah iç sesim, iyi ki varsın. İnsanın kendisinden başka kendine dost yoktur demişler; boşuna da dememişler.

Bu kez hiç çekinmeden
kapıyı tıklattığım gibi içeriden "gel" sesini bile beklemeden girdim toplantı salonuna. Ne sağıma baktım ne soluma, başımın doğrultusuna yürüdüm. Kendi koltuğumun kenarına gelince geriye doğru çektim ve oturduktan sonra masaya yaklaştırmak maksadıyla ileriye doğru ittirdim. Koltuğu ileriye doğru ittirirken kulakları tırmalayan metalik ve tiz bir ses çıkardı ve anında bütün bakışlar bana çevrildi fakat aldırmadım zira önümdeki dosyayı karıştırmakla meşguldüm daha doğrusu meşgul oluyormuş gibi yaptım.

Umursamaz görüntü vermek isterken herkesin dikkatini üzerime çekmeyi başarmıştım. İçimden lanetler okumaya başladım.

Aferin olum. Ne diye insanların dikkatini üzerine çekiyorsun. Hani sen sakin olacak ve işine odaklanacaktın?

Yaptığımdan pişman buğul buğul terlemeye başladım...

Eğer kitabı beğendiysen arkadaşlarını etiketleyip buraya davet edebilirsin🌝

BAL BELA | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin