Oyun (25)

5 2 5
                                    

Selâm ballarım

Yıldızı parlatmayı ve satır arası yorumlar yapmayı unutmayın lütfen.

∆∆∆∆

Sonunda buluşmak için sözleştiğimiz mekâna gelmiştim. Sağımı solumu kolaçan ettikten sonra girişe doğru yöneldim. Giriş kapısının önüne gelince durdum ve gözlerim masalar arasında dolaştı.

Cam kenarına konumlanmış masalardan birinde Barut'u görmemle birlikte yönümü o tarafa çevirdim.

Selâm vererek Barut'un tam karşısına geçip oturdum.

"Geç kaldın?" diye sordu Barut.

"Maalesef öyle oldu. Havayı güzel görünce yürümek istedim." dedim.

"Biz sonuca bakalım. Er veya geç geldin mi geldin," dedi Barut, sözcüklere boşvermişlik yükleyerek.

"Tek parça gelebildin gerisi mühim değil diyorsun yani," dediğimde gülüştük.

"Espri yapmayı kessen iyi olur Gencer, çünkü beceremiyorsun. Her neyse ben seni beklerken atıştırmaya başladım. Bilirsin fazla aç kalamıyorum kan şekerim düşüyor." dedi Barut.

"Bilmez olur muyum hiç, sinirden barut fıçısına dönüşürsün." dedim tekrardan gülüştük.

Barut, bir yandan atıştırmaya devam ederken bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. "Hakkın var, dediğin gibi sinir katsayım tavan yapıyor lakin bu benim elimde olan bir şey değil; yapı meselesi dostum."

"Sorun yok arkadaş yemeye devam edebilirsin," dedim konuyu kapatmaya yeltenerek.

"Tek başına yemek istemiyorum. Hadi uzatma sende gelip eşlik et bana." dedi Barut.

Suratıma isteksiz bir görüntü çizerken, "Çok gerginim canım bir şey yemek istemiyor." dedim.

"Tamam, ben seni anlıyorum ama yemeden olmaz," diye diretti Barut.

Baktım yemek mevzusu uzayacak kısa kesmek adına bir dilim ekmek aldım ve bir parça koparıp ağzıma attım. Ağzıma attığım ekmeği çiğnemeye başladım fakat baktım kuru kuru gitmiyor çatalımı siyah zeytine saplayıp ekmeğin peşinden yolladım.

Benim bi' şeyler yediğimi gören Barut'un keyfi yerine gelmişti. Hiç vakit kaybetmeden çay siparişini verdi.

Birkaç lokmanın ardından sırtımı oturduğum sandalyeye yaslayıp sıcacık çayımı yudumlamaya başladım.

Barut'ta yemeyi kesip elini cebine atarak küçük bir paket çıkardı. Elindeki paketi masanın üzerine bırakıp kapağını açtı.

"Gencer, bak bu yedek hattım ve telefonum. Şimdi sendeki numarayı bu telefona yükle ve ilk mesajı atalım. Bakalım numara kime aitmiş." dedi.

"Kimin olduğunu öğrenmenin başka yolu yok diyorsun yani?" dedim.

Barut, başını hafifçe sağa sola sallarken, "Yok!" dedi.

Hande'nin avuç içime bıraktığı numarayı Barut'un bana verdiği yedek telefona kaydettim. Şimdi sıra kendime yeni bir mahlas bulmaya gelmişti.

Acaba ne yazsam diye düşünmeye başladım. İnsan düşününce aklına ilk etapta yaratıcı bir isimde gelmiyor.

"Barut, mesaj atacağım atmasına ama nasıl bir mahlas kullanacağım inan şu an aklıma gelmiyor." dedim.

Bana bakıp göz deviren Barut, "Ne düşünüyorsun olum ya aklına ilk geleni yaz işte," dedi.

Hafızama kaydettiğim tek isim Hande, olunca başka bir isim uzun soluklu olarak kalmıyordu zihnimde.

"Buldum olum buldum, hem de afili bir mahlas buldum!" dedim sanki istilâ altındaki dünyayı kurtaracak formülü bulmuşum gibi.

"Söyle bakalım Gencer Efendi; neymiş bulduğun afilli isim?" diye sordu Barut.

"aşkınuydusu" Nasıl güzel ama. Şahaneyim dostum şahane." dedim ağzım kulaklarımda.

"Şahane. İnsanın aklı fikri aşkta olunca bulduğu isimde şahane oluyor," dedi Barut, benimle dalga geçerek.

"Yapma olum ya, neyi var isimin? Şapşahane isim işte."

Barut benimle uğraşmak istemediğinden konuyu ustaca kapatmıştı. "Madem mahlasın tamam. Hadi yaz bakalım ne yazacaksan."

aşkınuydusu; selam

aşkınuydusu; tanışalım mı?

aşkınuydusu; kim olduğumu merak ediyorsanız eğer sana atacağım konumda buluşalım mı?"

Hande'nin bana bıraktığı numaraya yeni bir mahlasla birkaç mesaj attım ve bahtımıza ne çıkarsa beklemeye başladık.

Hande değil de numara başkasına ait çıkarsa sanal tacizden içeri atılmamız gündeme gelebilirdi. Yok, numaranın sahibi Hande ise malum işler daha da karışacaktı. Nedeni malum karşımda Şehmuz Babaoğlu var demekti. Bu da pek sevinilesi bir durum değildi.

Beklerken konuşmayı unutmuş gibi büyük sessizlik içinde ben Barut'a bakıyordum Barut bana. Gerginlik hat safhaya ulaşmıştı. Sanırım bizi kendimize getirecek olan yegâne şey, her zaman olduğu gibi şekersiz ve sert bir kahveydi.

Hemen kahve siparişlerimizi verdik ve çok geçmeden geldi. Sade kahvemden küçük yudumlar alırken dimağımda buruk bir tat bırakıyordu.

Barut, son yudumu boğazından aşağı yolladı ve peşinden yüzünü buruşturarak elindeki fincanı önüne bıraktı. "Beklemek gerdi beni, ne yapsak Gencer?"

"Beklemekten başka ne yapabiliriz ki? Tekrar mesaj atalım diyorsan baştan söyleyeyim olmaz." dedim.

İkinci kez yüzünü buruştururken dirseğini masaya dayayıp alnını kaşımaya başladı. Biliyorum. Barut, sıkıntılı adamdı ama henüz numaranın kime ait olduğunu bile bilmiyorken tekrar mesaj atmak arının yuvasına çomak sokmak gibi karşı tarafı kızıştırmak olmaz mıydı?

Bıkkın bir nefesi ağız boşluğumdan dışarı üfledim ve bakışlarımı Barut'tan kaçırdım.
"Bakışlarını benden kaçırmana gerek yok olum. Senin bu işte bir suçun yok ki; senin tek suçun platonik bir aşka tutulmuş olman."

Barut'un şakasına gevrek gevrek gülüştük. Gerçi başka yapacak bir şeyimiz de yoktu zira üzerimizde büyük bir baskı vardı.

Telefonuma düşen mesajla irkildim hem de öyle bir irkildim ki başparmağımı kambur yaparak üst damağımı kaldırmışım. Henüz mesajı okumadan bakışlarımız karmakarışık sorularla birbirini bulduğunda 'Sakin ol' der gibi gözlerim bir kereliğine kapanıp açıldı.

"53..." selam...

"53..." nasılsın?

"53..." neden bu kadar bekledin?

"53..." oysa hemen yazarsın sanıyordum.

"53..." üstelik senin dediğin gibi sabah uyanınca her şeyi unutmadım.

"53..." ne demek istediğimi anlamışsındır

Ağzım bir karış açık peş peşe gelen mesajları okuyordum ve artık numaranın bizzat Hande'ye ait olduğundan emindim...

BAL BELA | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin