Artık işime dönme vaktim gelmişti. Neslihan, genç çocukla ilgileneceğini söylediğinde bir an için içim rahatlamıştı. Ama yine de içimdeki korku dinmiyordu. Ya o çocuğu kurtaramasaydık? Ya kendini gerçekten atsaydı? Büyük ihtimalle kendimi asla affetmezdim. Bir kişinin daha gözlerimin önünde ölümünü izlemek beni mahvederdi. Bu sefer gerçekten bu yükü kaldıramazdım.
"Mine hemşire, iyi misin?" Duyduğum ses beni geçmişin ağır gölgelerinden koparmıştı. İstemsizce gözümden akan yaşları fark ettiğimde elimi aceleyle yanaklarıma uzattım. "Makyajım akmamış, çok şükür," diye fısıldadım kendime, rahatlamaya çalışarak.
Az önce bana iyi olup olmadığımı soran Kemal hocanın güldüğünü duydum. "Hey, bana mı güldünüz hocam?" diye sitem ettim.
"Siz kızlar çok garipsiniz, düşündüğün şey makyajının akması mı?"
"Makyajım akarsa çok şey belli olur ve ben bunu istemem açıkçası," dedim, gözlerimde biriken yaşları bastırarak.
"Sanırım o çocuk yüzünden ağladınız. Ama gerçekten tebrik ederim, büyük bir iş başardınız."
"Siz nereden duydunuz? Daha az önce oldu."
"Tüm hastane bunu konuşuyor. Tebrikler gerçekten."
"Bunu yalnız başıma yapmadım. Psikolog hanımla beraber başardık," dedim, Neslihan'ın katkısını unutmadan.
"Evet, ama sonuç olarak başardınız. Bir gencin hayatını kurtardınız."
Kemal hocanın bana sorumsuz demesi hala içimi sızlatıyordu. "Demek ki işe geciktiğim için sorumsuz olmuyormuşum," dedim, sitem dolu bir sesle.
Bana olan bakışları değişti. Sanırım üzüldüğümü şimdi fark etmişti. Şu erkekler bazen gerçekten anlamazdan geliyor...
Yanından geçerken kolumdan tutarak beni durdurdu. "Alındın mı? Ben öylesine söylemiştim..." dedi, sesinde bir pişmanlık tınısıyla.
Daha cümlesini bitirmeden kolumu ellerinin arasından çektim. "Benim hakkımda düşündükleriniz umurumda değil," dedim, gururla.
Bu söylediklerime ben inanmasam bile onun inandığı çok belliydi.
Yorgun geçen saatlerin ardından kahve almaya gittiğimde, az önce tanıştığım psikologu Erol Bey'le konuşurken gördüm. Aniden gözlerim fal taşı gibi açıldı. Aptal kafam nasıl da anlamamış! Neslihan Gümüşok, Erol Gümüşok'un biricik kızıymış...
İsmi tanıdık gelse bile çıkaramamıştım.Ama Erol bey'le gördüğümde taşlar kafamda oturmuştu.
Neslihan, düşündüğümden daha narin, daha nazik ve daha güzeldi. Şaşkınlıktan açılan ağzımı kapattım ve kahvemi alarak rastgele bir masada oturdum. Tam bu sırada, kendine aldığı kahveyle bana doğru geldiğini fark ettim.
"Oturabilir miyim?"
"Tabii ki, Neslihan... Neslihan Hanım."
Başta ona ismiyle seslensem bile daha sonra düzelttim. Ama sanırım bu onun hoşuna pek gitmemişti.
"Neslihan Hanım mı? Babam yüzünden mi bana böyle seslendin?"
"Doğru olan da bu değil mi? Ben sizin Erol Bey'in kızı olduğunuzu bilmiyordum. İsminiz bu yüzden tanıdık gelmişti," dedim, biraz utançla.
"Tamam ama bana ismimle seslenebilirsin. İsmimi tercih ederim," dedi, gözlerinde hafif bir hüzünle.
"Doğru olduğunu sanmıyorum."
"Eğer babamı tanımasaydın,öylesine biri olsaydı,bana yine de Neslihan Hanım der miydin?"
"Hayır."
"O zaman lütfen babam Erol Gümüşok değilmiş gibi düşün ve bana ismimle seslen."
Çok kibar biriydi. Açıkçası hiç böyle düşünmemiştim. Biz kahvelerimizi içerken Yalçın hoca bize doğru yaklaştı. Bu sırada Neslihan'ın bakışları değişti. Gözlerinin içi adeta parlıyordu. Ama Yalçın hoca onun aksine çok soğuk bakıyordu. Soğuk bir tebessümle "Hoş geldin Neslihan," dedi. Sesi de oldukça soğuktu.
"Hoş buldum Yalçın," dedi Neslihan, çok samimi bir şekilde gülümseyerek. Birbirlerinden ne kadar farklı oldukları belliydi. Ama bir şeyden emindim, Neslihan kesinlikle Yalçın hocadan hoşlanıyordu.Onunla konuşurlen gözlerinin içi gülüyordu.
Kendi kendime sordum: Aşk nasıl bir şey acaba? Nasıl bir his, nasıl bir deneyim? Umarım güzeldir, çünkü kötü şeylerden bıktım artık.
Fark ettiğim bir şey daha vardı: Yalçın Hoca'nın bana olan bakışları. Açıkçası, pek hoşlandığım söylenemezdi. Neslihan ona bakarak konuşurken, onun bana bakması hiç hoş değildi.
Kahvemi alarak masadan kalktım. Neslihan'a göz kırptım. Yalnız kalmaları daha iyi olurdu. Kahvemi dışarıda içmeye karar verdim. Etrafın güzelliklerini seyrederek mis gibi kahvemi yudumluyordum. Bir anlığına dünyadan uzaklaşmış gibiydim. Dünyadan ve kahrolası erkeklerden...
Ama yanılmıştım. Kemal Hoca yanıma geldiğinde hayal dünyamdan ayrılarak gerçek dünyaya geri döndüm.
"Buyurun hocam."
"Benim size sorumsuz demek gibi bir niyetim yoktu. Tamamen yanlış anlaşıldım."Ne bir özür diliyordu, ne de telafi etmeye çalışıyordu. Erkekler kapatılsın.
"Tamam hocam."
Başka bir şey söylemeden kalktım.Öylece gidişimi izledi,durdurmadı bile...
Zaten biri bana sorumsuz dedi diye sorumsuz olmuyordum. Umurumda bile değil.Bu kadar olaydan sonra hastanede işlerim bitmek üzereydi ama bu sırada kızların Yalçın Hoca'nın doğum günüyle alakalı konuştuklarını duydum. Yalçın Hoca, her sene yaptığı gibi yine hastanede kutlayacakmış. Böyle yerlerde çok sıkılıyorum, ama gitmemin zorunlu olduğunu biliyordum. Acaba Kemal Hoca da gelecek miydi?
Neden böyle bir şey düşündüğümü ben de bilmiyordum. Ama umarım gelir...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Nabzı
RomanceGümüşok Hastanesi'nde görev yapan enerji dolu Mine hemşire ile tecrübeli Kemal doktorun yolları, karakolda kesişir. İkisi de mesleklerine olan tutkularıyla tanınır: Mine, hastalarıyla samimi ve şefkat dolu bir bağ kurarken, Kemal ise tıbbın derinlik...