Minik Yıldız✨️

16 2 47
                                    

En çok güldüğüm gecenin ardından sabah gülümseyerek uyandım. Dışarıdaki güneş ışıkları odayı aydınlatırken, Neslihan’ın derin uykusunu çıkardığım gürültülerle bölmüş olmamdan dolayı bir an için suçluluk hissettim. Ama neyse ki, onun uykuya dalması, kendi keyfimden ödün vermemi gerektirmiyordu.

Kahvaltı hazırladıktan sonra, sofrayı kurup biraz da gürültü yaparak Neslihan’ı uyandırdım.

“Nesli, uyan! Kahvaltı hazır!” dedim neşeyle, yastığına başını gömüp dönmeye çalışan arkadaşımın yanına yaklaşarak.

Neslihan, mızmızlanarak gözlerini araladı. “Sabahın bu saatinde bu kadar gürültü ne ya?” diye homurdandı ama yüzünde bir gülümseme belirdi. Kahvaltı masasına geçtikten sonra, ilk lokmasını alırken, aklıma bir şey geldi.

“Bak, Kemal hocanın ceketini de almayı unutma. Geçen gün vermeyi unuttuğunu söylemiştin, bak hatırlatıyorum,” dedi gülümseyerek. “Hadi al yanına, hastanede verirsin ya da şimdi ver, evi kapının önünde.”

Zorlukla yutkundum. Gerçekten de ceketini ona vermek istemiyordum. Neden bilmiyorum ama o ceket bende olunca kendimi huzurlu hissediyordum; sanki Kemal hocanın sıcaklığı ceketle beraber üzerimdeydi.

“Sonra veririm Nesli. Hadi oyalanma, çıkalım, gecikmeyelim,” dedim, ama içimdeki çatışma yüzünden sesim kararsız çıkmıştı.

“Ay Mine, Allah aşkına! Sanki hep gecikmiyormuşsun gibi konuşuyorsun,” diye karşılık verdi, gülümseyerek.

“Ya Nesli, sus! Bugün erken gitmek istiyorum,” dedim, sabırsızca.

Neslihan’ın söyledikleri yüzünden yanaklarım hafifçe kızardı; onun bu alaycı tavrı beni rahatsız ediyor ama bir o kadar da eğlendiriyordu.

Hastaneye ulaştığımızda hemen hastaların yanına gittim. İçimdeki heyecan, Kemal hocayı görmek için gittikçe artıyordu. O sırada, koridorda Kemal hocayla karşılaştım. Yüreğim hızlıca çarparken, ona doğru adım attım.

“Hocam, ceketinizi bulmadınız mı?” diye sordum, hafif bir gülümseme takınarak.

Kemal hoca, gözlerini bana çevirirken, o toprak rengi gözlerinde bir parıltı belirdi. “Yok, Mine hemşire. Olsun artık, yenisiyle idare edeceğim,” dedi gülümseyerek.

Bende ona aynı sıcaklıkla gülümsedim, ama içimde bir şeyler yolunda gitmiyormuş gibi hissettim. O ceketin benimle birlikte kalması, içimi huzurla doldurmuştu. Sadece o değil, Kemal hocanın gülümsemesi de beni mutlu ediyordu.

Bir süre birbirimize bakarken, içimdeki hisler daha da derinleşti. Belki de bu an, ceket meselesinin çok ötesindeydi. O an, belki de sadece bir ceket değil, ona olan hislerimle yüzleşme fırsatıydı. Her zamanki gibi, hislerimi umursamamaya devam ettim. Kendimi "Ben böyleyim, aşık olmam," diye kandırdım. Belki de çoktan aşık olmuştum… Hayır, hayır! Bu sadece bir arkadaşlık, diye ısrar ettim kendi içimde, kalbimi bastırarak.

Kemal hocanın yanından uzaklaşırken, dalgın adımlarım beni Yalçın hocaya çarptırdı. O anda afalladım, neredeyse düşecektim. Yalçın hoca, kolumu tutarak beni yerimde sabit tuttu.

“Hocam, kusura bakmayın! Tamamen benim dikkatsizliğim,” dedim mahcup bir sesle. Ama o hâlâ kolumu bırakmamıştı.

“Sıkıntı yok, Mine,” dedi, bana bakarak. Bakışlarımdan etkilenmiş gibi bir an sonra elini yavaşça kolumdan çekti, ardından da o kendine has, sinsi gülümsemesi yüzüne yerleşti.

Neslihan’ın neden Yalçın hocayı sevdiğini anlamıyordum. O bakışlarda beni rahatsız eden bir şey vardı. İçimde onunla arama bir sınır çekme isteği doğuyordu. Aslında, Neslihan’ın hislerini bilmesem bile yine de ona karşı bir yakınlık hissetmezdim; ne zaman ona baksam içimde açıklayamadığım bir huzursuzluk oluşuyordu. Oysa Kemal hoca… Onunla beraberken içimi sıcak bir huzur kaplıyordu.

Derin bir nefes alarak üzerimden bu düşünceleri attım ve mesainin bitimine doğru dışarı biraz nefes almaya çıktım. Hava çoktan kararmış, gökyüzü yıldızlarla dolmuştu. Yıldızları seyretmek her zaman beni rahatlatan bir şeydi. Tam gökyüzüne dalmışken omzumda bir el hissettim. Dönüp baktığımda Kemal hocanın orada olduğunu gördüm. Elinde iki kahve bardağı vardı ve bana içten bir gülümsemeyle bakıyordu.

“Sevdiğin gibi, şekerli,” diyerek kahvelerden birini bana uzattı.

Gülümsedim. “Teşekkür ederim, hocam.”

“Neye bakıyordun öyle, gökyüzüne mi?”

“Evet,” dedim, yıldızlara göz gezdirerek. “Onları seyretmek çok güzel. Bakın, sağdaki minik yıldız var ya… İşte o benim yıldızım.”

Kemal hoca hafifçe kıkırdadı, gözleri gülümserken içtenliğini belli eden bir parıltı yayıldı. “Neden gülüyorsunuz, hocam?” diye sordum.

“Hiç... O zaman bana da bir yıldız seçelim,” dedi.

Gülümsedim, içimdeki heyecan daha da yükseliyordu. “Tamam, sizin yıldızınız hangisi olsun?”

O da gözlerini yıldızlara çevirdi, kısa bir sessizliğin ardından, “Senin minik yıldızının hemen yanındaki, daha iri olan yıldız,” dedi, bakışları gökyüzünde gezinirken.

“Hangisi hocam?” dedim, gözlerimi dikkatlice ona çevirmişken.

Kemal hoca bana biraz daha yaklaştı, elimi tutup yönümü o yıldıza doğru gösterdi. Gözlerimi onun yönlendirdiği yıldıza odaklamaya çalışsam da, bir anlık bir cesaretle başımı ona doğru çevirdim. Onun gözlerine yakından bakarken derin bir nefes aldım. Bu nefes, aslında onun kokusunu içime çekmek içindi. Gözlerimi tekrar yıldızlara çevirdim; ne ilginçti ki, tam benim yıldızımın yanındaki yıldızı seçmişti.

“Hocam, o yıldızın kaba göründüğünü de nereden çıkardınız?” diye sordum gülümseyerek.

Güldü. “Kaba değil ama daha büyük. Mesela sen daha incesin, zarifsin; ben ise biraz daha… sert.”

Kıkırdayarak karşılık verdim. “Bence siz sert görünmeye çalışıyorsunuz,” dedim, gözlerimi biraz daha ona çevirerek. Aramızdaki mesafeyi hafifçe azalttım.

“Maalesef ki, hocam, bunu pek de beceremiyorsunuz. İçinizdeki o duygusal kişiliği görebiliyorum.”

Gözlerimiz yeniden buluştuğunda aramızdaki o anın sıradan olmadığını hissediyordum. Bakışlarımız yıldızlara değil, artık birbirimize odaklanmıştı.

Aşkın NabzıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin