Yoğun bakım odasının kapısı sessizce açıldığında, içerideki soğuk hava yüzüme vurdu. Odaya adım attığımda kalbim göğsümde yankılanıyordu; her bir atış, Kemal’i tekrar görmek için duyduğum derin özlemi yansıtıyordu. Yavaşça yatağa doğru ilerlerken, gözlerim ona takıldı. Kemal, beyaz çarşafların arasında, monitörlere bağlı şekilde yatıyordu. Yüzü hâlâ solgundu, ama o kadar sakin görünüyordu ki sanki sadece derin bir uykudaymış gibi.
Yanına yaklaşıp, ellerimle parmaklarını nazikçe tuttum. Soğuk parmakları avuçlarımın içinde titrerken, gözlerim istemsizce doldu. Gözlerimden süzülen yaşlar, onun eline damladığında başımı eğip sessizce konuşmaya başladım:
"Sen ne yaptığını sanıyorsun Kemal? Beni böyle bırakıp gidemezsin… Sana daha söylemek istediğim o kadar çok şey var ki," dedim, sesim kısık ve titrek bir halde. "Sen burada, benim elimden tutmadan iyileşmeden hiçbir yere gidemezsin."
Sözlerim boğazımda düğümlenirken, başımı onun göğsüne doğru eğdim. Kalbinin yavaş ama düzenli atışını hissetmek, içimde garip bir rahatlama hissi yarattı. Sanki kalbim, onun yaşadığını doğruluyordu. Gözlerimi kapattım, bir an için sadece onun varlığına odaklanmak istedim. Gözlerimden süzülen yaşlar, onun hasta yatağının çarşafına damlarken derin bir nefes aldım.
"Ben hep seni güçlü biri sanırdım, hep dik dururdun, kimseye boyun eğmezdin," dedim fısıldayarak. "Ama bana da hiç sormadan gittin. Bir daha asla yanımda olmayacakmışsın gibi hissettim. O kadar korktum ki…"
Bir an için parmaklarının hafifçe oynadığını hissettim. Sanki beni duyuyormuş gibi. Başımı hızla kaldırıp yüzüne baktım; göz kapakları yavaşça aralandı. İlk başta bulanık ve yorgun bakışlarla bana baktı, ama gözleri odaklandıkça beni tanıdı. Zayıf bir sesle, hafifçe gülümsedi.
"Mine..." dedi kısık bir sesle, adımı bir dua gibi fısıldayarak.
Gözlerimden akan yaşları silmek için hızla elimi kaldırdım ve başımı salladım. "Ben buradayım," dedim.
O anda ellerimi daha sıkı tuttu, parmakları titrek bir şekilde benimkileri sardı. Bu küçük dokunuş, içimde bir yangın gibi büyüyen endişeyi söndürüyordu. Kalbim daha hızlı çarptı, gözlerim dolarken yüzüne biraz daha yaklaştım.
"Sen... neden ağlıyorsun?" diye sordu, sesi güçsüzdü ama içindeki endişeyi hissedebiliyordum.
Güldüm, gözyaşlarıma aldırmadan, "Çünkü seni kaybedeceğimden korktum," dedim, gözlerimi onunkilere dikerek.
“Neden beni kaybetmekten korktun, Mine hemşire?” diye sordu aniden. Sesi kısık ama derindi, sanki içinde bir süredir sakladığı bir soruyu dile getiriyordu.
Bir an ne diyeceğimi bilemedim, kelimeler boğazımda düğümlendi. İçimdeki tüm duygular yüzüme yansımış olmalı ki, gözlerim doldu ama hızla kendimi toparlamaya çalıştım. "Kendini yorma hocam," diyerek kalkmaya yeltendim ama o, elimi sıkıca tuttu.
“Beni yormuyorsun,” dedi yavaşça, gözlerimin içine bakarak. “Bana huzur veriyorsun.”
Bu sözleri duyunca istemsizce gülümsedim. Kalbimde bir sıcaklık hissettim, ama bu his, yerini hemen endişeye bıraktı. Gözlerim onun yarasına kaydı ve daha önce sormamış olduğum bir sorunun ağırlığını hissettim. “Sana bunu kim yaptı?”
Kemal, hafifçe gülmeye başladı, sanki sorumu ciddiye almıyormuş gibi. “Ne yapacaksın, gidip dövecek misin onları?”
Gözlerimi devirerek ona baktım. “Her şeyi şakaya çevirmesen olmaz mı?” dedim, kaşlarımı çatıp sinirli bir sesle. “Bu basit bir yaralanma değil, Kemal. Az kalsın seni kaybediyorduk.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Nabzı
RomantizmGümüşok Hastanesi'nde görev yapan enerji dolu Mine hemşire ile tecrübeli Kemal doktorun yolları, karakolda kesişir. İkisi de mesleklerine olan tutkularıyla tanınır: Mine, hastalarıyla samimi ve şefkat dolu bir bağ kurarken, Kemal ise tıbbın derinlik...