AKASYA.
Adı, bir çiçeğin isminden almış. Akasya çiçeğinden. Tam 1024 yıl önce, kurak bir arazide yetişen bir çiçekten. Adı gibi masumluğu ve sevgiyi temsil eden bu çiçeği, onun gibi temiz ve masum bir kalp ekmiş.
Atabey Aladağ.
Çokta bilinmeyen asıl adıyla Yusuf.
Çoban Yusuf. Soyadı bile olmayan bir gariban çobanın.
Kim diyebilirdi ki, o gariban çoban bir çiçek ekerek, koca bir imparatorluğu kuracak diye.
Hem çobanlık hem, ayakkabı boyacılığı yaparak geçimini yaparak, küçük, kerpiçten bir evde yaşarken, kader tarafından gösterilen o rüya ile vaad edilen bir şehrin topraklarını rüyasında görmüştü.
Hem mazlum, hem mahsun Yusuf nereden bilebilirdi ki, bir şehri kuracağını.
Nereden bilebilirdi ki kaderini değiştiren o ismin kendisine verileceğini.
Dünyanın bileceği bir isim, Allah tarafından kendisine armağan edilirken, beraberinde, kutlu bir şehir kendisine armağan edilmişti.
Bir rüya ile önce Atabey Aladağ adını aldı. Sonra gösterilen kutlu topraklara gitti. Bomboş bir araziydi. Kupkuru çoraklardı. Tek bir otun bile bitmediği kurak topraklarda, bu topraklardan nasıl çiçeklerin çıkacağını bilmezken, cebinde bulduğu, anacığının ölmeden önce verdiği tohumlar umut oldu. O tohumu ekti ve o kupkuru topraklara hergün gelerek suladı.
O tohumlar fidan vermişti. Gitgide büyüyerek beyaz bir çiçeğe döndü. O kadar güzel bir çiçekti ki Çoban Yusuf'u mest ediyordu.
Bir yandan araştırmalar yapıyor, rüyasını anlatıyordu hak dervişlerine ama anlattığı dervişler bile kendisine inanmıyor, delirmiş diye geçiyordu. Çünkü o kadar Evliyaullah varken , bir çoban parçası mı koskoca şehrin sahibi olacak, imparatorluk kuracaktı.
Tahkir edilirken, rüyasını anlatmayı bıraktı. Fısıldandı yine kendisinde rüyasında. "Kadim topraklara git, Yusuf," denilmişti.
Fakat Yusuf o topraklardan umudunu kesmişti. Bir çiçek yeşermişti ama koskoca bir şehir imkansızdı. İnanmıyordu. Kendini de alay konusu yapmak istemiyordu artık.
Tam yedi kere gördü bu rüyayı. Her rüyasında kan ter içinde uyanıyor ve mazlum kalbi gitmek istese de, bunu reddederek kaçıyordu vaadden.
Sulamayı da kesmişti. Tam bir sene geçtikten sonra aklından düşmeyen rüyalara artık bir son vermek istercesine yola düştü. Fakirdi Yusuf. Zamanın ve devrin en fakir adamıydı. Fakirliğin en dibini görmüş, fakirliğin ateşten gömleğini giymişti. Uğradığı zulümleri bir Rabbi bilirdi sadece.
Ama Allah'ın sevimli bir kuluydu. Nice zengin insana ve nice kendini derviş diye zikreden hocalardan daha değerliydi. Çünkü kalbî mahsun ve temizdi. Allah katında önemli olan buydu çünkü. Dünyalık bir arzusu yok, sadece nazenin sevdiğine kavuşmak isteyen aşık dolu bir kalbi vardı.
O vaad edilen topraklara gidecek geldiğinde, o yeşeren çiçeğin, koca bir Akasya ağacı olduğunu görmüştü. İşte o zaman vaad olunanı anladı ve kendini dünyaya kapadı.