Altı

833 38 2
                                    

O hafta içi bir gün iş çıkışı Beliz, Barış’ın antrenmanlarını yaptığı tesise gitti. Yulaf unundan az şekerli birkaç pankek ve ev yapımı sushi hazırlamıştı. Antrenmanın bitmesine son on beş dakika kala sahanın kenarından elinde büyük çantasıyla Barış’a el salladı. Buluşmak için telefonda konuştuklarında Barış ona spor giyinmesini çünkü o akşam ona futbolu sevdireceğini söylemişti.

Son on beş dakika Barış adeta güç gösterisi yaparak Beliz’i etkilemeye çalıştı. Aslında buna hiç gerek yoktu çünkü Beliz zaten Barış’ın vücudundan delicesine etkileniyordu ama Barış’ın erkek beyni mi dersiniz, kasları biraz daha şişsin diye kendini paralıyordu.

Antrenman bitti, Barış duşunu aldı ve beraber tesisin bahçesine çıktılar. Beliz getirdiklerini tek tek küçük beyaz masaya dizdi. Önce sushi’leri koyduğu gri saklama kabını, sonra pankeklerin olduğu mor saklama kabını, en son da çatalları ve pankek için getirdiği akçaağaç şurubunun olduğu minik kavanozu çıkardı.

“Sushi mi yaptın gerçekten?”

“Hm hm. Sen karadenizlisin ya, seversin diye düşündüm.” Kendi şakasına uzun uzun güldü Beliz.

“Tabii, annem her hafta sonu crunchy roll yapardı bize.” Diye güldü Barış.

“İş nasıldı?” ekledi.

“Her zamanki gibi. Bugün senin arabandan almak için biri daha geldi.”

“Sana da alalım bir tane aynısından.” Barış sushi haklarından vazgeçti ve pankek kabını açtı.

“Ben kendi arabamın taksidini bir bitireyim de.” Diye elini savurdu Beliz.

Yemeklerini yiyip toplandılar. Sıra Beliz’e futbolu sevdirmeye gelmişti. Tekrar sahaya döndüler. Bir köşede küçükler antrenman yaparken Barış ve Beliz diğer köşeye doğru yavaş yavaş koştular.

“Tamam, önce şu rezalet vuruşlarını düzeltelim. Ayakkabının içiyle vur, tamam mı? Bak böyle.” Diye topu önlerindeki kaleye gönderdi Barış. Beliz koşup topu aldı.

Beliz topa aynen Barış’ın anlattığı gibi vurdu. Barış kaledeydi, topu havada yakaladı.

Bir saat kadar top peşinde koştuktan sonra Beliz yoruldu. Evlerine dönmeye karar verdiler çünkü ertesi gün Beliz için yeni bir iş günüydü. İkisi de birlikte vakit geçirmeye doyamamıştı.

“Isındın mı futbola?”

“Keşke final maçından önce birkaç maça daha gelebilseydim. Seni daha çok izlemek istiyorum.”

“Hafta sonu ralli yarışı var, gidelim mi?” diye ekledi Beliz kafasını yukarı, Barış’a doğru uzatarak.

“Olur. Sen arabaları çok seviyor olabilir misin?” dedi Barış otoparkta yamuk park edilmiş arabasına yaslanıp.

“Evet, bir de iyi park ederim. Böyle değil mesela.” Dedi Beliz, Barış’ın arabasını gösterdi.

İkisi de evlerine gidip o günü baştan düşündü. Sabah erkenden, saat 9’da Barış aradı.

“Günaydın. Yarış Şile’deymiş. Sana İstanbul’u sevdireceğim demiştim ya, sözümü tutmama izin verir misin? Cuma akşamdan gidip Pazar gece dönelim, olur mu?” dedi Barış.

“Olur. Ama baştan uyarayım, fikrim kolay değişmeyecek.”

Cuma sabahı antrenmanda Barış, elinde bir kağıt ve kalemle Şile yakınlarında gezilecek yerleri ve yemekleri güzel olan mekanları yazmaya başladı. Takım arkadaşlarına tek tek sorup notlar tuttu.

“Sen Şile’yi kime gezdireceksin bakayım?” Kerem göz kırptı. Barış da ona geri göz kırpıp sorusunu cevapsız bıraktı. Takım arkadaşları ve hocaları Barış’ı ilk kez böyle görüyordu.

Cuma akşam Barış Beliz’i ofisinden aldı ve yola çıktılar. Barış sağ koltuğa Beliz için küçük bir begonya buketi koymuştu. Beliz’in begonyalara bayıldığını, hatta çiçekleri çok sevdiğini de Ece’den duymuş, aklına Beliz’in ilk kez ofisine gittiği gün gördüğü özenle kurutulmuş çiçekler gelmişti. Beliz git gide Barış’a kapılıyor ve artık bu durumdan daha az rahatsızlık duyuyordu.

Otellerine yerleştiklerinde ikisi de kendilerini biraz koltuğa bıraktı. İkisi de hafta boyu çok yorulmuş, Beliz’in bacakları hala hafta içi oynadıkları futbol yüzünden ağrıyordu. Barış Beliz’in elini tuttu.

“Baş başa olmak seni rahatsız etmiyor değil mi?”

Etmiyordu. Beliz Barış’ı yıllardır tanıyor gibi hissediyordu. Birini sevmenin değil de, sevmeyi çok istemenin hissettirdiği dayanılmaz bir duyguydu bu. Sanki ömrünü Barış ile birlikte geçirmiş, sanki küçükken her düştüğünde Barış yanındaymış, dizlerindeki her yaraya şahitmiş gibi. Hatta sanki ilkokulda silgisinin yarısını ısırarak koparıp Barış’a vermiş gibi. Kendini hiç rahatsız hissetmiyor, aksine mesafeli davranmak onu da Barış kadar zorluyordu. Kendi bir adım atamıyor ama Barış onu bir kez daha öpsün diye kıvranıyor, hatta ona fırsatlar sunuyordu. Koltukta biraz doğruldu ve kafasını Barış’a yaklaştırıp koltuğun sırtına dayadı. Barış kafasını daha da öne eğdi.

“Kafamı karıştırıyorsun.”

“Bilerek yapıyorum.”

Barış kandırılmış gibi hissetmenin tatlı öfkesiyle Beliz’i sertçe öptü. Beliz istediğini aldı sonunda, şimdi daha fazlasını istiyordu. Barış bir elinin baş parmağıyla Beliz’in bel boşluğunu yavaşça okşarken diğer eliyle de bir bacağını tutuyordu. Nihayet bacağından ve belinden tutup iyice kendine doğru çekti ve tuttuğu bacağı kendi bacağının üzerine yerleştirdi.

“Çok güzelsin.” Durmuştu. Öpmedi ve hareket etmedi. Beliz ona bakarken kendini tutamadı -ya da tutmadı- ve Barış’ın pürüzsüz dudaklarına bir kelebek öpücük kondurup utançla güldü. Başını Barış’ın boyun boşluğuna yerleştirdi ve biraz gözlerini kapattı.

“Ne yapmak istersin bu akşam?”

“Deniz kenarına inelim mi birazdan? Biraz dolaşırız. Sonra da yemek yeriz. Ya da önce yemek yer sonra dolaşırız.”

Beliz Şile’yi beğenmişti. Yemeğe çıktıkları günkü gibi Barış onun bir sürü fotoğrafını çekti. Beliz her ne kadar o fotoğraflardan kendi sosyal medya hesaplarına malzeme çıkarıyor olsa da Barış aslında hepsiini kendi için çekiyordu, fırsat buldukça bakmak için.

Sessizce yan yana yürürlerken deniz sesi Beliz’in uykusunu getirdi. Zaten yemekten beri düşündüğü tek bir şey vardı; beraber mi uyuyacaklar yoksa ayrı mı? Beraber uyumak istiyordu. Ama sevişmek istemiyordu. Yani aslında istiyordu ama daha erken olduğunu düşünüyordu. Yoksa gerçekten çok istiyordu.

Beliz küçük odadan pijamalarını giyip geldiğinde birlikte odanın verandasındaki ikili koltukta, odanın dolabında buldukları şampanyayı içtiler. Beliz’in her yudumundan sonra Barış onu bir kez öpüyordu. Beliz şımarmasına engel olamıyor, Barış’la adeta oyun oynuyordu. Zaman zaman bardağı ağzından çekmiyor, Barış’ı kızdırıyordu. Sonra yine kafasını Barış’ın boynuna doğru yerleştirip gözlerini kapattı. Barış yavaşça Beliz’in elinden bardağı aldı.

“Yine bir kaza olmasın da.” Diye güldü. Beliz kafasını kaldırmadan gülümsedi.

Biraz zaman sonra, belki on dakika, Beliz hala gözlerini açmamıştı. Barış onun uyuduğunu düşünüp yatağa yatırmak için kucakladı. Beliz aslında uyanıktı ama bir süredir bu anı beklediğinden gözlerini hiç açmadı. Barış önce onu yatağa yerleştirip üzerini ince örtüyle örttü, sonra da yanına uzandı. Aralarında biraz mesafe vardı. Soğuk yataktan ürperince Beliz, gözlerini yarım açıp Barış’a doğru sokuldu ve örtüyü iyice üzerine çekti. Uzun zamandır uyuduğu en huzurlu uykuydu.

VOLE // Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin