Eve dönme vaktinin gelip gelmediği ne zaman belirlenir, vakit nasıl belirlenir?
Ev nedir, neresidir... ya da birisi midir?
Ev kimdir?
Eve dönmek istiyordum, ya burada çürüyecektim ya toprağa gömülecektim. Bu mahallenin benim evim olmadığını, dört duvarı olan bir hapishanede izletilen korku filmlerinden pek farksız görünmediğini biliyordum.
Bir ömür sürecek yangının içine atılmıştım.
Gözlerimin önünde bir kıza kahkahalar eşliğinde kezzap atmışlar, güle oynaya evlere dağılmışlardı.
Kötüye karşılık bu kadar gaddarca mı olmalıydı? Bu ceza cehennem için bile çok fazlaydı, şeytan duysa şaşardı.
"Var param... Merak etme," dedim. Dakikalardır telefon kulübesinin içinde annemle konuşuyordum. Evdeki telefonu kullanmak istememiştim, Kara'nın zihnini geçirdiği tüm somutlar bile korkunçtu, "Tamam anne, bittiğinde söylerim. Selam söyle babama, sizi seviyorum."
Param vardı, ancak gözüm doymuyordu. Başka bir mahalleye, başka bir eve taşınmak için paramı hesaplıyordum. Elimdekini biriktirmeye kalksam yeni bir eve taşınmak mezuniyetime anca denk gelirdi.
Bıkkınlıkla pastaneye ilerledim. Kapıyı sertçe ittiğimde yukarıdaki minik zil sallandı, Hakan bana döndü ve yeni pişen kurabiyeleri dizerken sırıttı, "Geldi bizim mahallenin patroniçesi."
"Uğraşma benimle." dedim ve boş bir sandalyeye oturup geriye yaslandım. İç çekip duruyordum, düşünmeye çalışıyordum.
"Ne içersin?" dedi kahve makinesine yönelirken, "Bendensin bugün."
Kaşlarım çatıldı ve bir an bakakaldım, "Kara bana kıyak geçmek için o kızı kezzaplamadı, kendince o kıza o kızın dilinde ceza verdi," dedim ifadesizce, "Bana saygı duyacağın ya da yalakalık yapacağın bir durum yok, Hakan."
"Kara abinin koruduğunu biz de koruruz," dedi önüme büyük bir fincan kahve bırakırken. Tezgaha ilerlediği sırada ıslık çalarak şarkı mırıldanıyordu, "Hande uğradı sabah, ondan duydum. Hülya dün ameliyata girmiş. Bir gözü kurtarmışlar, o da zar zor görecekmiş. Teni harabe gibi, her yeri yanmış. Saçları tepeden kopmuş."
"Geçmiş olsun," dedim ifadesizce. Kanım donmuştu. Bu mahalleden yana durmak çok cesurcaydı, ve ben denenmişliklerin arasına sıkışıp kalmıştım. Cesurdum, ama zalim değildim. Kalbim vardı benim, üzülebiliyordum insanlara.
Bu mahalle bana Nazım Hikmet'in şiirini anımsatıyordu. İnsanlar makineler gibiydi, her şey olası düzlüğünde ve duruluğundaydı.
"Mahallenin kötülük duayeni..." diye mırıldandım kahvemden içerken. Camdan dışarıya, Kara'nın apartmanına bakıyordum, "Ne garip... Kara gücüyle fatih ilan edilmiş, oysa padişahın ömrü ne kadar ki?"
"Şey soracağım Melek sana," dedi Hakan ve tezgahın arkasından başını bana doğru kaldırıp baktı, "Sen muallim olacaktın, değil mi? Ben bir yabancı dil öğrenmek istiyorum, bana özel ders verir misin?"
"Veririm!" dedim heyecanla ona dönerek, "Benim İngilizce seviyem çok yüksek Hakan, sana anlatabilirim."
Paramı biriktirip taşınacaktım. Hakan'a bunu söylemek istememiştim, bunu sadece ben bilecektim. Sessiz sedasız bu mahalleyi terk edecektim.
"Tamamdır," dedi ve kurabiyeleri dizmeyi bitirip kendine bir limonata doldurdu. Heyecanla başımı dışarı çevirdim. Sırıtırken gözlerim yine onun apartman dairesindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA ÇİY | +18
Teen FictionMelek, üniversite okumak için İzmir'deki köhne bir mahalleye taşınır. Mahalleyi yöneten Karahan Çakır'ın dikkatini çeker, ancak onlar melek ve şeytan kadar farklıdırlar. Kara, onunla anlaşmak için ortak bir yol seçer. Kitaplar... "Kara bana hoş geld...