Final maçı günüydü, maçın heyecanı soyunma odasından hissedilmeye başlamıştı bile. Ayakkabımın bağcığını sıkıca bağlayıp ayağa kalktım, ısınma vaktiydi. Eda abla omzuma hafifçe vurduğunda gerginliğim yüzümde belirdi, ama içten bir gülümsemeyle ona karşılık verdim. "Kupa bizim mi sarı melekler?" diye odayı inleten sesiyle sorduğunda, hepimiz onun coşkusunu paylaşırcasına haykırdık. Sahaya doğru ilerlerken tribünlerin dolmaya başladığını görmek bile adrenalini artırıyordu. En önde bana el sallayan Sera ve Gözde ablaya gözüm takıldı. Onlara doğru hızlı adımlarla ilerledim.
"Hoşgeldiniz," dedim, Gözde ablanın bana uzattığı Can'ı kucağıma alıp yanağına kocaman bir öpücük kondururken.
"Hala, dondurma yiyelim mi?" diye sordu minik yeğenim masum bir sesle.
"Halanın çözmesi gereken bir maç var Caniko," diyerek onu Gözde ablaya geri verdim. Sera'nın bana hala biraz mahcup baktığını fark edince gülümsedim. "Sen de öyle bakıp durma, şans sarılması," dedim ve ona hızlıca sarıldım. Ardından takımın yanına döndüm ve maç başlayana kadar top antrenmanı yaptım. Libero pozisyonunda oynadığım için sıkça oyundan çıkıp giriyordum; en önemli görevim ise hızlı toplara karşı atik olmaktı. Sert gelen bir manşet topunu karşılamam gerektiğinde, tribünde gördüğüm bir yüzle adeta donakaldım. Barış. Alper. Özel. Tribündeydi.
"1 dakikaya geliyorum, hemen," dedim takım arkadaşıma ve hızla Barış'ın oturduğu yere yöneldim. Yanında Kerem de vardı; tanışmasak da kim olduğunu biliyordum. Barış, diğer birçok ünlü gibi sadece maçı izlemeye gelmişti. "Barış?" dedim, sesim hafif şaşkın. Yanındaki Kerem'e yapmacık bir şekilde gülümsediğimde o da bana aynısını yapmıştı, onu da sevmezdim. Oturduğu yerden kalkıp bana yaklaştı.
"Verdiğim sözü tutmamak bana göre değil," dedi.
"Hoşgeldin o zaman," dedim, arkamdan ismimi seslendiklerini duyunca ona dudak büzüp gülümsedim. "Bakalım şans getirecek misin?" dedim, el sallayıp uzaklaşırken onun hafifçe gülümseyerek arkamdan baktığını hissettim.
Maç başlamadan önce hep birlikte İstiklal Marşı'nı söyledik, ardından oyun başladı. İlk set boyunca hem takım arkadaşlarım hem de ben elimizden gelenin en iyisini yapıyorduk. Tribünlerin coşkulu desteği, sahada bizi daha da motive ediyordu. Barış orada olup beni izlerken, üzerinde daha da iyi olma baskısı vardı sanki. İlk seti kazandık, ama rakip takım da oldukça güçlüydü ve ikinci sete başladığımızda işler biraz zorlaştı. Rakip takımın etkili servisleri ve hücumlarıyla birkaç sayı geri düştük. Tam bu sırada, topu kurtarmak için öne atıldım, ama top parmaklarımdan kayıp hızla arkamdan dışarı çıktı. Tribünlerden gelen hayal kırıklığı sesleri içimi burkmuştu. Seti kaybetmemize az kalmıştı, ama takım arkadaşlarımın ve tribünlerin desteği sayesinde toparlanmaya çalışıyorduk. İkinci seti kaybetmiştik. Eda ablanın ve hocamızın yaptığı motivasyon konuşmasının ardından herkes yapması gerekeni daha iyi yapıyordu.
------
Maçın son düdüğü çaldığında, Eczacıbaşı'nı 3-1 mağlup etmenin verdiği coşku, sahayı adeta dalga dalga sardı. Herkes birbirine sarılıyor, sevinç çığlıkları atıyordu. O an kupayı kazandığımızı bilmek, tarif edilemez bir mutluluktu. Tribünlerin coşkulu tezahüratları, takım arkadaşlarımın yüzündeki zafer dolu gülümsemeler, bu anı unutulmaz kılan detaylardı. Sevinçle Melissa'nın kucağına atıldım, o da bana sımsıkı sarıldı. Sezonun en değerli oyuncusu olacağını hepimiz biliyorduk.
Kupa töreni ve ödüller dağıtıldıktan sonra, Sera, Gözde abla ve minik Can'la birlikte kupa fotoğrafı çektirdik. Kupayı ellerimde tutarken, bütün sezonun yorgunluğu, fedakarlığı ve emeği bir anda anlam kazandı. Bu an, her türlü çabaya fazlasıyla değerdi. Bir libero olarak "savunma bakanı" diye anılmak, gurur vericiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zıt Kutup, Barış Alper Yılmaz
FanfictionFenerbahçenin liberosu, fenerbahçenin kızıydı o. Hayatını bu renklere aşık olarak geçirmişti. Onun aksine Barış Alper, galatasarayın jokeriydi. Bir iddialaşmayla girmişti kızın hayatına. Ne de olsa zıt kutuplar birbirini çekerdi, değil mi?