Barış'a söylediğim gibi, dün abimlerde kalmıştım. Bayadır da vakit geçirmiyorduk zaten, özlemiştim. Şimdi ise beraber kahvaltı ediyorduk onların evinde. Gözde abla üzerime bir atlet vermiş olsa da onun üstüne yine dünki sarı hırkamı giymiştim.
"Milli maç kadrosuna çağırılacak mısın bu sene acaba?" Demişti abim, bilmem dercesine dudağımı büzdüm.
"Hoca çağırılacağımı düşünüyor ama emin değilim."
"Bence de çağırılırsın." Demişti Gözde abla, daha vakit vardı ama bilmiyordum. Omuz silkmekle yetindim sadece.
"Bugün ne planınız var? Malum idman yok." Dün maç olduğu için bugün idmanları olmayacaktı.
"Biraz Can'ı gezdiririz." Demişti Gözde abla.
"Aslında ben bir Barış'a uğramak istiyorum, gidemedim yanına sakatlanmış çocuk." İstemsizce telefonumun ekranını açıp bir mesaj var mı diye kontrol ettim, yoktu.
"Taraftar birbirini yerken sizin samimiyet." Dediğime karşı gülerken bir yandan da amaan dercesine elini salladı.
"Kızım aynı takımda oynadık kaç kere, severim yani kardeşim gibidir." Kafamı sallayarak onayladım onu, Barış'ı gerçekten sevdiklerini biliyordum. "Gerçi İso uğramış dün sabah, iyiydi dedi ama ben yine de bir gideyim."
"Hm hm, uğradı." Demiştim dalgın bir şekilde tabağımdaki domatesle oynarken. Sonrasında kırdığım potu fark edip kafamı kaldırdım, ikisi de bana bakıyordu. Abim 'ne iş' dercesine göz kırptı. "İsmail söyledi. Ordan biliyorum yani nereden bilebilirim başka?"
"Ha, öyle desene bir an kalbime iniyordu." Abim inansa da Gözde ablanın yüzüne imalı bir sırıtış yerleşti.
"Ne diye kalbine iniyordu sorması ayıptır abiciğim?"
"Evet aşkım niye kalbine iniyordu tam olarak?" Üstüne gelmemize karşılık bir bana bir Gözde ablaya bakıyordu.
"Ya Allah Allah, ne alaka Ekin'le Barış?"Kısa süren bir sessizliğin ardından aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "Zaten vukuatlısınız, bak bana söylemek istediğin bir şey varsa..."
"Bir dakika, bir dakika." Diyerek lafa girdi Gözde Abla. "Ne vukuatı?" Oflayarak utançla ellerimi yüzüme kapatıp sustum sadece. Konu bir anda nereden Barış'la bana gelmişti ki?
"Bir gün gittik biz İsolarla Ekin'e, şampiyon olmuş ya bir şampanya patlatalım bizim kıza dedik. Bir de gittik ne görelim, evde bizim Barış."
"Aaa, Ekin!"
"Ya dalga geçme abla, anahtarını unutmuştu benden başka komşusunu da tanımıyor. O yüzden yani." Çayımdan bir yudum aldım. "Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyorsunuz."
"Ekin!" Demişti abim uyarır bir tonda. "Şımarma abicim, konu cıvımaya başladı." Abim ciddiyetini koruyarak bana bakmaya devam ediyordu, gözlerinde hafif bir kıskançlık vardı. "Bak, ne kadar samimi olursanız olun, Barış sonuçta... futbolcu. Onunla yakın olman hoşuma gitmiyor. Hele ki böyle evde yalnız yakalanmalar falan... dikkatli olmalısın."
Gözlerimi devirdim. "Abiciğim, abartıyorsun. Barış'la sadece arkadaşız. Zaten anahtarı unutmuştu, o kadar basit bir şeydi."
Abim biraz daha öne eğildi, sesi biraz daha alçaldı ama tavrı netti. "Ekin, sen benim canımsın. Seni kimseyle paylaşmak istemem, hele ki böyle... Barış gibi biriyle. Anlıyorsun değil mi?"
Bu sefer gerçekten sinirlenmeye başlamıştım. "Barış gibi biri mi? Ne demek o?"
"Yani..." Abim sözlerini dikkatle seçmeye çalışıyor gibiydi. "O, dikkat çekici biri. Taraftarlar, basın, herkes peşinde. İncinirsin. Hem Barış biraz, hovardadır yani." Dediklerini düşünüyordum, Barış'ın herhangi bir çapkınlığı olduğunu görmemiştim ama abim benden daha iyi bilirdi. Demek ki böyle huyları vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zıt Kutup, Barış Alper Yılmaz
Hayran KurguFenerbahçenin liberosu, fenerbahçenin kızıydı o. Hayatını bu renklere aşık olarak geçirmişti. Onun aksine Barış Alper, galatasarayın jokeriydi. Bir iddialaşmayla girmişti kızın hayatına. Ne de olsa zıt kutuplar birbirini çekerdi, değil mi?