2.7

89 12 21
                                    

yoğun hava deniz ile ritimli şekilde dans ediyordu. rüzgar sisli havayı daha da koyulaştırıyordu. hava haykırıyor gibiydi. bunca suskunluğa, yalana, esarete...

ufak beden san'ın ani gidişine bozulduğundan sahilde yürüyüşe gitmişti. kutlamalardan kaçarcasına kendini sahilde bulmuş, suyun rüzgar ile oluşan hırçın sesini dinliyordu. denizin her bir vuruşu içindeki ‘neden'lerin’ dışarı vuruşuydu sanki.

puslu hava zihninin bulanıklığı ile uyum sağlamış, birlikte dans ediyorlardı. doğa içini okuyordu, acımasızca gösteriyordu küçüğe.

soğuk, yumuşak kumların üzerinde, hırçınlığın kumlar ile sonu olan o sınır boyunca yürüdü. aklındaki bağlı ipleri çözeceğini umarak adımlarını attı.
zihnindeki karmaşıklık yolunu kaybetmesine neden olsa da sınırdaki izler ona yardımcı oldu.

ilerledikçe zihninin daha derinine, o boğucu havaya giriş yapıyordu.

adımlarını hızlanmaya başlayan kalbi durdurdu. tehlikeyi sezmiş kalbine güvenerek baktı etrafına. dışarıda pek insan yoktu fakat gözüne bir silüet belirdi. uzakta olduğu için belli olmasa da hisleri patlamaya başlamıştı.

hayatını mahveden o adamın elini kolunu sallayarak gezmesine mi yoksa ona olan heyecan uyandıran hislerinin zehir olmasına mı takılı kaldığını bilmeksizin yere çöktü wooyoung.
tüm anıları tek tek gözünün önüne gelirken göz pınarları dolmuş, yakmaya başlamıştı gözlerini.

dizlerini kendine çekerek küçülebileceği kadar küçülmüştü minik bedeni. başını da saklamak istercesine gömdü dizlerine, bıraktı akmaya çalışan gözyaşlarını.

soğuk rüzgarın bedenine serçe vurması ile bir çığlık koptu ağzından.
"nolur dokunma bana..." aynı cümleyi bağıra bağıra sayıkladı sanki yanında o varmış gibi.

yakan dokunuşlarını canını acıtıyordu, aklına geldikçe. üstünde yaptığı acımasızca fantezilerini düşündükçe midesi bulanıyordu. tiksiniyordu kendinden.

"wooyoung..."
kalın sesli bağırış tüm sahilde yankılandı. öylesine gür çıkmıştı ki hırçın deniz bile suskunluğa mahkum kaldı.

kendini deniz ile kumların sınırında ağlayan wooyoung'un yanında buldu. ne olduğunu anlamaya çalıştı ancak kimseyi yanında göremeyişi olayı daha da bilinmez hale getirdi.

eğildi küçüğün yanına. başını kaldırmasını sağlamak için yavaşça ensesine yerleştirdi elini destek verdiğini belirtircesine. fakat wooyoung san'ı görmezden geldi, umursamadı ensesindeki elini ve hıçkırarak ağlamaya devam etti.

iri eli bir süre ensesinde gezdi ancak tepki alamayınca iri elini kulağının altından, keskin çene hattına yerleştirdi. kesin hattı çenesine gelene kadar takip etti. çenesinden hafif bir baskı ile kaldırdı. çenesindeki elin onu yönlendirmesine izin verdi wooyoung. kafasının altındaki elin sola doğru çevirmesi ile önce san'ın paniklemiş gözlerini gördü. ardından san'ın çıplak kaslı üst bedeni ile göz göze geldi.
buğulu gözleri tüm çıplakta dolaştıktan sonra yine buluştu bir dakika bile gözlerinden ayrılmayan gözler ile.

san'ın endişe dolu bakışları sanki az önce adam öldürmemiş gibi merhametle bakıyordu.

iri ellerini ağlamaktan ıslanmış yanaklarına yerleşti. sakinleştirmek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu.

"s-sen neden çıplaksın?" wooyoung'un sorusu ile üstündeki gömleği attığı aklına gelmişti. çığlığı duyduğu gibi yanına geldiğinden soğukluğu hissetmemişti bedeninde.

"şimdi onu boşver, noldu sana wooyoung?"
sorusu ile gözleri daha da doldu küçüğün.

"o, o g-geldi buraya."

"kim geldi buraya?"

"o-o..." etrafa bakışlarını yaşlı gözler zorlaştırırken çaresizce bakmaya devam etti.

san'ın onu rahatlamak için yaptığı her hareket ile titremeye başlamıştı. dokunuşları ile iyice kendine çekildi. kendine olan tiksintisi artıyordu.

"wooyoung bana bak!" kollarını bedenine sardı san. fazlasıyla kasılmış bedeni güçlükle ayağa kaldırdı lakin wooyoung'un ayakta duracak gücü kalmamıştı. bacaklarına binen ağırlık yığılmasına neden olacaktı.

durumu fark eden san hemen hamle yaparak küçüğün düşmesini engelledi. tekrar ayağa kaldırmaya çalıştı ancak bacakları fazlasıyla titriyordu. sırtına binen yükü bedeni kaldıramayacak kadar fazlaydı.

küçük bedenin soğuğa fazla maruz kalmasını istemediğinden kucağına aldı. wooyoung sanki bu anı bekliyormuş gibi çıplak göğse gömdü yüzünü. içindeki çaresizlik hıçkırıklarını döktü san'ın çıplak tenine.
gözlerinden akan her yalvarış soğuğa maruz kalmış bedenini yakarak düştü. gökyüzü de onunla birlikte oldu. yoğun havada gürültüler arttı, şimşekler çakmaya başladı.

çaresizliğin haykırışlarına ortak oldu deniz ve gökyüzü. durmak bilmeden akan gözyaşlarına sırdaş oldu yağmaya başlayan yağmur.

wooyoung dakikalarca ağlayışın ardından san'ın kucağında uyuyakaldı. etraflarında hiçbir ulaşım aracının olmaması da eve kadar küçük bedenin san'ın kucağında gitmesine sebep olmuştu.

"ah be ufaklık... ben senin tek bir saç teline zarar vermeye korkarken o piçin dokunmadığı yer kalmamış. ama merak etme sana dokunan, seni arzulayan o beden artık seni bulamayacak. ben yaşadığım sürece eline bir pisliğin değmesine, o masumluğunun kaybolmasına izin vermeyeceğim. bunu benim demem de saçma oldu şimdi değil mi? sana olan aşkım senin başına bela açacak. özür dilerim ufaklık. kan kokan bir adam bebek gibi kokan bir çocuğa aşık olmuştu. benim sevdam imkansız ufaklık benden ne kadar uzak durursan o kadar iyi. bebek kokuna kan bulaştıramam. masumluğunu elinden alamam senin bir aşk uğruna..."

uğruna neler yaptığımı bildiğin an masumluğun biter. seni korumak için, senin masumluğunu korumak için ben daha da battım kana. sana dokunanların kanı ile yıkandım. şimdi sen benim elimi tuttuğunda asla beni göremeyeceksin. bu kan o kadar kurumuş ve üzerine yenisi akmış ki artık ben ben değilim küçüğüm. hayat sonlandırmak benim nefesim, hayat canlandırmak da senin nefesin kiraz çiçeğim...
ikimizin kavuşması bizim sonumuz olur...

hep masum kal kiraz çiçeğim...

•••

bol kelime oyunlu bi bölüm 🥹🤏🏽

H̸O̸R̸N̸Y̸ 𝙏𝙀𝘼𝘾𝙃𝙀𝙍~ʷᵒᵒˢᵃⁿHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin