bolum 14 ~ eksik sevgi ve actigi yaralar

570 53 302
                                    

Dün Fiona ile bir güzel hasret giderdikten sonra babasının arabasını alıp geldiği için saat geç olunca beni evime bırakmış ve kendisi de evine geçmişti. Kenan ile yaşananların tekrar aklıma gelmesiyle midemdeki kelebekler eşliğinde bir güzel uyumuştum fakat şimdi nedense uyandığımdan beri midemde garip bir his vardı.

Sanki içimdeki tüm kelebekler, bugün yaşanacak şeyler ile gidecek gibiydi. Bir daha hiç gelmemek üzere hem de.

"Saçmalama, Eşay..." Abartıyordum, belki de midemdeki bu his bugün hiç yemek yemememden kaynaklıydı? Sonuçta hava kararmak üzereydi ve ben bırakın akşam yemeğini, kahvaltı bile etmemiştim. Sıkıntıyla iç çekerek çantamdan sigara paketini çıkarıp içinden aldığım bir dalı dudağımın arasına sıkıştırdım ve paketin içi çok dolu olmadığı için içine sıkıştırdığım çakmağı çıkarttım. Dudağımın arasındaki sigarayı yaktıktan sonra paketle beraber çakmağı da çantaya attım.

Adımlarımı hızlandırarak yürümeye devam ettiğimde daha bir dakika bile olmadan kütüphaneye vardığımı fark ettim. "Siktir ya..." Daha sigaramın yarısına bile gelememiştim. Yere eğilip kaldırım taşına bastırarak sigaranın ucunu söndürdüm ve çantama attım, en azından sonra içebilirdim?

Çantamdan kütüphaneye geldiğimde aldığım üç kitabı çıkardım ve elimde tutarken kütüphaneye giriş yaptım. Sırada şu çocuğu bulmak lazımdı. Çocuğun nerede olduğunu sormak için kasa tarafına ilerleyecektim ki aniden kolumun tutulması ile irkilerek durdum.

"Eşay, Willkommen."
(Eşay, hoş geldin.)

Lorenz'i görmemle rahatlarken, "Hallo Lorenz, ich habe die Bücher mitgebracht." (Merhaba Lorenz, kitapları getirmiştim.) diyerek fısıldadım. Kütüphanedeki tek ses bizdik ve birkaç göz üzerimizdeydi, fazlasıyla gerici bir durumdu.

"Komm, lass mich dich irgendwohin bringen, wo wir uns bequem unterhalten können."
(Gel, seni rahatça konuşabileceğimiz bir yere götüreyim.)

Kulağıma doğru fısıldadığında eliyle önünü işaret etti ve önden ilerlemem için diğer eliyle hafifçe belime dokundurarak bana yön verdi. Kasanın arkasında bulunan boydan boya filmli camlar ile yapılmış küçük bir odaya geldiğimizde içerideki tekli koltuğu oturmam için işaret etti.

"Wie geht es dir, Lorenz?" (Nasılsın Lorenz?) diyerek konuşmaya girdiğimde karşımdaki koltuğa otururken utanarak bana gülümsedi. "Diese Woche war in der Bibliothek viel los, ich versuche brav zu sein. Und du?" (Bu hafta kütüphanede işler yoğun, iyi olmaya çalışıyorum. Ya sen?)

Hafifçe gülümseyerek omuz silktim. "Es wird reichen." (İdare eder.) Bir şey demeyip kafasını salladığında birkaç saniye onu inceledim. Utanarak bacaklarını birbirine yapıştırmış, iki elini de dizlerinin üzerine koymuş küçük çocuklar gibi bana bakıyordu ve bu hali çok tatlıydı.

Gerçi benimde ondan farkım yoktu.

"Vielen Dank übrigens, dass Sie mir die Bücher überlassen haben." (Bu arada, kitapları almama izin verdiğin için teşekkür ederim.) Sesim sanki içime kaçmış gibi çıkarken Lorenz'in bir anlığına kendini gülmemek için tuttuğunu fark ettim. Kendimi tutamayıp şu an ne kadar saçma salak bir durumda olduğumuza kıkırdarken o da kendini salmış ve gülmeye başlamıştı.

"Wir haben uns gerade erst kennengelernt, aber du bist so freundlich, dass ich das Gefühl habe, dich schon einmal zu kennen."
(Yeni tanıştık fakat öyle sıcakkanlısın ki sanki seni daha önce tanıyormuşum gibi hissettiriyorsun.)

"Vielen Dank." (Çok teşekkürler.) diyerek mırıldandığımda gülümsemesine karşılık verdim. İlk defa biri sıcakkanlı biri olduğumu düşünmüştü çünkü insanların -hatta yakınlarımın bile- dediğine soğuk bir insandım. Sadece değer verdiğim insanların yanında gülerdim; abim, Bertuğ, Fiona ve Helin ablamın yanında.

505 ~ Kenan YıldızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin