[9]

26 7 33
                                    

bölüm dokuz
isa'nın bizzat ifade ettiği gibi, hangimiz günahsızız ki? çoğu insan hayatının bir noktasında kötü şeyler yapmıştır, keşke geri alabilsem dediği şeyler, pişman olduğu şeyler. hepimiz hata yaparız. hepimizin içinde iyi de kötü de vardır. bir insan tek bir kötü şey yaptı diye, bu kötülük yaptığı bütün iyiliklere gölge düşürmeli midir yani? yoksa hiçbir iyiliğin asla telafi edemeyeceği kadar kötü şeyler de var mıdır?

soyeon'un evi, wooyoung 06.49

soyeon evden ayrılalı bir saat kadar olurken wooyoung, kilitlediği kapıyı ancak açmıştı. soyeon'un onu ve jongho'yu her sabah işe gitmeden hemen önce kontrol ettiğinin farkındaydı. bir keresinde tuvalete gitmek için yatağından kalktığında kapıda onu kontrol eden soyeon ile karşılaştığında öğrenmişti. şimdi ise yanında yatan koca adamı saklamak yerine zihninde bir bahane üretmiş, soyeon'un bahanesine inanacağını umarak geceyarısı kapısını kilitlemişti.

uyumaya çalışmamıştı, zaten uyuyabileceğini sanmıyorken bu boşa kürek çekmekten farksız olurdu.

bunun yerine gecesini yanı başında yatan eski arkadaşını, çocukluğunu izleyerek geçirmişti.

choi san ve jung wooyoung, çocukluk arkadaşıydı.

yıllar önce, nükleer santralin ilk kurulduğu yıllarda henüz kirletmediği ufak bir göl vardı ormanın ucunda. wooyoung, ormanın içindeki evlerinin bahçesinde oynamaktan, annesinin eşyalarını karıştırmaktan sıkıldığında kasabaya inip eziyet çekmek yerine o göle gider; ağaçtan düşme pahasına kurduğu, gölün üzerinde, en azından bir noktasına kadar, ipten salıncağında sallanmayı tercih ederdi.

yine sıkıldığı günlerden birinde minik wooyoung, göle gitmek adına en sevdiği şortunu üzerine geçirmiş, büyü kitaplarına göz gezdiren annesine haber vermek yerine kapı aralığından bir süre izlemiş, ardından evden ayrılmıştı.

göle ilerlerken evlerine çıkan patikadan alışık olmadığı gürültüler duymuştu ancak öfkeli köylülerin annesiyle beraber yaşadığı küçük evi yakmaya geldiğini nereden bilebilirdi ki?

bir evi yakıyorsanız, içindekileri de yakmayı kabul ediyorsunuz demektir. wooyoung bunu belki de en acı yoldan öğrenmiş, annesinin yanıklardan tanınamayan cesedine sarılamamış, hatta elini bile tutamamıştı.

keşke görüşürüz deseydim, ona veda etseydim demişti içinden. bu pişmanlıklarının ilkiydi lakin sonu olmayacaktı elbet.

wooyoung ve salıncağına dönecek olursak, patikadan gelen sesleri umursamayarak göle vardığında o gün wooyoung'u şaşırtan tek şey patikada duyduğu sesler değildi; salıncağında oturan bir çocuk vardı.

sinir ve şaşkınlıkla salıncağına ilerlerken arkası dönük, rüzgarın esintisi gibi yavaş yavaş sallanan oğlankn yanına varmıştı. elini omzuna koyup her sinirlendiğinde fark etmeden yaptığı gibi minik dudaklarını büzmüş, ardından çemkirmeye başlamıştı.

“benim salıncağımda oturuyorsun! bunu ben kurdum, izin almak nedir bilir misin sen?! ”

çocuk ise kendi kendine bağıran wooyoung'tan çekinerek arkasını dönmüş, ardından ise ellerini yüzünün hizasında birleştirerek başını eğmişti. “üzgünüm, etrafta kimse yok diye izinsiz sallandım. ”

yıldırım hızında tanışan minik wooyoung ve minik san, o gün hava kararana kadar birbirlerini sırayla salıncakta sallamış, gölde yüzmüş hatta çıplak elle balık yakalamayı bile denemişlerdi ama balık yakalamaya çalışmaktan san'ın ayağı kaydığı için göle düşüşü ile vazgeçmişlerdi.

asperaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin