[11]

28 7 33
                                    

bölüm on bir
söz konusu intikamsa, şeytan ayrıntıda gizlidir

huzurevi, hongjoong/seonghwa

pederin saldırıya uğramasının üzerinden yalnızca 2 gün geçmişken hongjoong ancak kendine gelebilmişti. annesini hiç tanımamıştı, doğduğu gün henüz birkaç saatlik bebeğini terk edip kaçacak kadar korkak birini tanımak da istemiyordu zaten.

elbette her çocuk gibi küçükken annesine düşkündü, annesi yanında olmasa bile. anneler günü yaklaştığında öğretmenlerine danışan her çocuğun kendi annesi için çizdiği resimleri hongjoong da heveslenip çizerdi. resmi verdiğinde onu yanaklarından öpüp bağrına basacak bir annesi yoktu belki, yine de bir gün geri döneceğini ümit eder ve her anneler gününde çizdiği resimleri kokulu kağıtları minik elleriyle katlayarak hazırladığı zarflara koyardı.

annesi için çabalamayı bıraktığında 15 yaşındaydı, seonghwa ile tanıştığı yaşta. işin ironisi bu ki onlar da anneler gününde tanışmıştı.

hongjoong her zamanki gibi babasına yardım için kilisenin getir götürünü yapmış, camları siliyordu. seonghwa annesi adına dua etmeye geldiğinde gördüğü ilk kişi camın üzerine uzanabilmek için parmak uçlarında duran, mavi pantolonlu oğlan olmuştu. yeşil kazağının kolları dirseklerine kadar sıvanmıştı ve sırtı kilisenin girişine dönük olduğundan seonghwa'yı fark etmemişti.

seonghwa, ilgisini çeken çocuğa doğru adımlarken kiliseye geliş amacını dahi unutmuştu. dine bağlı biri değildi zaten, isa diye ölüp bitmezdi. vicdanını rahatlatmak için dua etmeye gelmiş, isa'nın evinde ise pederin oğluna vurulmuştu.

cesaretini toplayıp seslendiğinde hongjoong korkarak elindeki köpüklü bezi seonghwa'nın suratına fırlatmıştı. oğlanı kör ettiğini düşünüp panikle onu tuvalete sürüklediğinde aralarında başlayacak olanlar için yer hazırladığının farkında bile değildi.

seonghwa'nın gözlerini bol suyla yıkamış, yanaklarını sayamayacağı kadar çok okşamıştı. seonghwa ise ne yaptı bilirsiniz; halihazırda etkilendiği oğlanın da kendisiyle ilgilendiğini gördüğünde dudaklarına kapanmıştı. hongjoong başta oğlanı itse bile sonrasında yakasından tutup kendine çeken ve dudaklarını birleştiren o olmuştu. böylece isa'nın evinde, babası yan odadayken tuvalette göreli yarım saat bile olmadığı bir oğlanla dakikalarca öpüşmüştü.

ilişkileri çok hızlı başlasada yavaş devam etmiş, her şeyi en baştan alarak sağlam bir yolda beraber ilerlemeyi kararlaştırmışlardı.

şimdi ise hongjoong, seonghwa'nın elini okşarken, huzurevine ilerlediği bu yolda yanında sevgilisi olmasa, elini sıkı sıkı tutmasa babasını görmeye gitmenin ne kadar zor olacağını düşünüyordu. yanında seonghwa varken bile bacakları titrerken iç geçirdi. tanrıya olan inancını bir kez daha kaybetmişti. tanrı cidden varolsaydı günlerini ona hizmet ederek geçiren, hayatını ona adamış olan adam yatalak kalır, ölümden döner miydi gerçekten?

okuduğu yazıtlar doluyor şimdi aklına: dört bucak duysun, ilahlar inançsızları lanetliyor.

aklına gelen ilk cümle güldürüyor gerilmiş yüzünü, hwa'nın endişeli bakışları sevgilisinin yüzünü buluyor.

ilahlar inançsızları lanetliyormuş ha? ilahlar yalnızca egoist yaratıklar. onlara hizmet edenleri bile harcayacak, onlara sırt çevirecek kadar aptallar. cezalandırsalar n'olur ki?

hwa, sevgilisinin derin derin bir şeyleri düşündüğünün farkında olarak iç çekiyor yalnızca. anlatmak isterse anlatacağını bilerek üstüne gitmemeyi tercih ediyor. gözlerini sevgilisinden alıp önüne döndüğünde önlerinde duran huzurevi kapısına bakıyor. onay istercesine sevgilisinin elini kavrayan elini sıktığında aldığı baş sallaması ile neredeyse üstlerine düşecekmiş gibi görünecek kadar eski kapıyı itiyor.

asperaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin