Ebû Saîd, Osman b. Saîd ed - Dârimî, «Etbaussüneni vel - Ahbar» adlı eserinde der ki: Bize Muhammed b. Humeyd er-Razı anlatmıştır: Cinlerden bir adam bir kızımıza aşıla kaldı ve (Ben haram işlemek istemiyorum!) diyerek onu bizden istedi, biz de kızımızı ona verdik. Aramızda şöyle bir konuşma cereyan etti: . Siz nesiniz? Sizin gibi bir Milletiz. Sizdeki gibi bizde de kabileler vardır. Bizdeki mezhebler sizde de mevcud mudur? Kaderiye ve Şia gibi her türlü mezhebler bizde de mevcuddur! Pekâlâ sen hangi mezhebdensin? Ben Murciedenim, diye cevap verdi. Bize, Ebu Muaviye, el - Âmeş'den şöyle duyduğunu nakletti: «Bir Cin bizden kız aldı. Kendilerine: Sizce en güzel yemek hangisidir? diye sordum. yirinç pilâvı, diye cevab verdi. Bunun üzerine o yemeği biz ona getirdik, yemeğe başladı. Lokmanın kalktığını gördüm; lâkin onu göremedim. Pekâlâ bizdeki olan mezhebler sizde de var mıdır? diye sorunca da : -«Evet!» cevabım verdi. Sizde Rafizîlerin durumu nasıldır? Onlar en kötülerimizdir, dedi. Ebû Muaviye ed-Darîr, El Ameş'den nakl ediyor: Küfeli bir adamın bir Cin ile evlendiğini gördüm. Kendilerine, sizce, hangi yemek daha makbuldür? diye sorulduğunda, «Pirinç pilâvı» dediler. Bunu müteakip içi pilâv dolu çanaklar getirildi. Onlar yediler, pilâv filân kalmadı; lâkin kendilerini bir türlü göremiyorduk.
Kadı Celâleddin Ahmed İbn'il-Kadı Hüsameddin er-Râzî şöyle anlatmıştır: «Babam beni, çoluk çocuğunu şarktan getirmek için gönderdi. El-Bîrve denilen yeri geçince, yağmur başladı ve biz bir mağaraya sığındık. Bir cemaat hâlinde gece uyurken, bir şeyin beni uyandırmakta olduğunu gördüm. Baktım ki, uzunlamasına yarık tek bir göze sahip olan orta boylu bir kadın yanımda duruyor. Korkma sana bir zararım dokunmaz; ben sana ay gibi güzel kızımı vermek için geldim, dedi. Korkumdan hayırlısı Allah'dan, dedim. Biraz sonra baktım ki bir sürü adam geldi, hepsinin gözleri de öyle uzunlamasına yarıktı. Aralarında kadı ve şahitler de vardı. Kızla benim nikâhımı kıydılar. Sonra kadın gidip kızı aldı ve bana getirdi. Kız da aynı annesi gibi tek ve uzunlamasına yank bir gözü vardı. Buna rağmen gayet güzel ve genç bir kızdı. Korkmuştum. Korkudan ne yapacağımı bilemiyordum. Durmadan arkadaşlarımı uyandırmak için taşlar atmaya başladım. Fakat nafile. Uyanmadılar. Bu defa dua ve niyaza başladım. Sonra oradan ayrılma zamanı geldi ve ayrıldık. Lâkin genç kız yanımdan ayrılmıyordu. Onunla tam üç akşam o hâl üzere kaldık. Dördüncü günü annesi çıka geldi ve : Galiba bu kızı beğenmedin ve ondan ayrılmak istiyorsun, dedi. Evet, dedim. Öyleyse boşa, dedî. Peki boşuyorum, dedim, boşadım ve kadın kızı alıp uzaklaştı; bir daha kendilerini görmedim.